Bundan bin dört yüz elli iki yıl evvel,M. 571 yılının 12 Rebîülevvel / Pazartesi sabahı güneş doğmadan az önce dünyayı şereflendiren,bütün zaman ve mekânları Hakk’ın nûruyla aydınlatan,“Âlemlere Rahmet” olan Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in
“Mevlid Kandili”ni idrâk ettiğimiz bu “Mevlîd-i Nebî Haftası”nda; Cenâb- ı Allah’ın gönüllerimize bir “Gül” Cemresi düşürmesi niyâzıyla…
* * *
O “Gül” aşkın / mihrâbıdır / tende cânım / “Gül” diyor,
Mihrâbıdır / “Gül” uşşâkın / âh eder / bülbül diyor,
Tende cânım / âh eder / “Aman” dile / gönül diyor,
“Gül” diyor / bülbül diyor / gönül diyor / Resûl diyor.[1]
(Dr. Mehmet GÜNEŞ)
* * *
“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi…
Yüreğim üşüyor… “Gül”den ayrı düşen yüreğim, buz dağına döndü, üşüyorum. Kanadı kırık sevdâların şehbâl açtığı yüreğimde, “Gül” Yetimleri’nin hüznünü bölüşüyorum.
“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi…
Üşüyor yüreğim… Yüreğimi gül yaprağıyla örtün ki, her yanımı “Gül” kokuları bürüsün. “Gül” esintileriyle handân olan yüreğim, âteş-i aşka düşüp “Gül”ün gölgesinde yürüsün. Rûhum gülistana dönerken; yüreğim “Gül” aşkıyla kavrulsun ve Muhabbetullah’ın âsûde ikliminde inşirâh bulsun.
“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi…
Yüreğim üşüyor… “Gül”ün nefesiyle kor hâline gelen bir ateş düşsün ki yüreğime, ılık bahar meltemlerinin getirdiği ebr-i nîsan ile kalbimdeki buzlar kelep kelep çözülsün. Kalplerden taşıp, göz pınarlarından çağlayan “Gül” kokulu şebnemler, rahmet olup yanaklardan süzülsün. Erisin “Gül” Cemresi’yle yürek yaylasındaki karlar… Yıllardır beklediğimiz bu son cemreyle kalbimize demir atsın cennet-âsâ baharlar…
Üşüyor yüreğim… Bir bahar tebessümüdür özlediğim. Bir “Gül” Cemresi’dir beklediğim. Can evime öyle bir cemre düşsün ki, yüreğim sevgi çerağıyla “gönül” hâline gelsin. Gönüldeki sevdâlar, cezir vakti kanat çırpan bir ak güvercin olup Mâverâ’ya yükselsin. Kalpteki mâsivâ ateşi sönsün. Kıble’den gelen ışığın İlâhî tecellîsiyle süveydâ-i kalp nûra dönsün… Hakk’ın inâyetiyle; beşeriyeti varlık bestesine kavuşturan, insanlığı kendi fıtrat yüzüyle tanıştıran ve Âdemoğlundaki muhabbeti, Muhammedî sevdâlarla buluşturan bir “Gül” Cemresi düşsün yüreğimize…
Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.
Kalplerin, “Sonsuz Nûr”un[2] rehberliğinde yeniden hayat bulması için… Yüreğimizdeki her hücrenin besmeleyle yeniden kendine gelmesi için… İlâhî aşkla yanan ve “Gül”e sevdâlanan gönüllerin yeniden yaratılış sırrında karar kılması için… Ve nihâyet sonsuzluk nağmelerini idrâk eden “Gül”e pervâne sînelerde gülün her dem canlı kalması, ruhların ebediyen gülmesi için, bir “fasl-ı ganîmet” olan “Gül” Cemresi bekliyoruz.
Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.
O cemre ki, İlâhî sevdânın nûruyla gönüllerimizi gül-deste eden, efsûnkâr güzelliklerle kalplerimizi dil-beste eden bir muhabbet fermânıdır.
O cemre ki, yüreklerimizdeki küllenmiş sevdâları kor hâline getirip tutuşturan, gönüllerimizdeki firkat ateşini rahmet deryâsına kavuşturan, “Kevser akan, ‘Gül’ kokan”[3] güzelliklerle hissiyâtımızı buluşturan bir vuslat çağlayanıdır.
O cemre ki, dilin söyleyemediğini anlatan, sözün ifâde edemediğini âşikâr eden bir “Hüsn-ü Aşk” destânıdır.
O cemre ki, Hz. Âdem(a.s.)’in niyâzı, Hz. İbrahim(a.s.)’in duâsı, Hz. Îsâ(a.s.)’nın müjdesi, Hz. Âmine(r.anha)’nin rüyâsı olup, hilkat sırrının tercümanıdır. Hülâsâ o cemre, gönül yaralarımızın “Gül” mushaflı dermânıdır.
Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.
“Gül” Cemresi düşen yürekler; hidâyet bularak hayâtiyet kazanır, kıyısı olmayan rahmet ummânına yelken açarak “Mutlak Hakîkat”i tanır ve sevgilerin en yücesi adına “Gül” yüzlü sevdâlarla hemhâl olarak âyet âyet yıkanır. O halde gelin hep berâber, “Gül” dalından bir mızraba râm olup, gönül tellerimizi “Gül” aşkıyla akort edelim ki, gönlümüz “Gül”le meftûn olsun, hazâna eren kalbimiz bu kutlu cemreyle yeniden baharı bulsun. Yüreğimizde katmer güller açılsın, ömür defterimizdeki “sedir”den sayfalar boş kalsın ve her hâlimiz “gül” yapraklarına yazılsın. Ve böylece bizler de; “Mevlîd-i Nebî”nin ferah-fezâ ikliminde yeni bir bahara uyanalım ve mest ü mâhûr bir hayata yeniden merhabâ diyelim…
Kâinâtın Solmayan Gülü’nün dünyayı teşrif ettikleri “Mevlid Kandili”ni idrâk ettiğimiz bu “Mevlîd-i Nebî Haftası”nın; beşeriyetin gönlünde “Gül” tomurcuklarının yeniden açılmasına, yeni bir müjdeli şafağın sökmesine ve hasret kaldığımız baharların yeniden gönül semâlarımızda tulû etmesine vesîle olmasını Yüce Rabbimizinden niyâz ediyoruz. Sonbahar mevsimini yaşadığımız bu zaman dilimindeki duâmız, gündönümlerinin artık “Gül” dönümü olmasıdır. Bu “Mevlid Kandili”nde; her ölçümüzün “Gül”den almamız; kalbimize, aklımıza, irâdemize ve duygularımıza “Gül”ün gösterdiği istikamette yön vermemizdir…
Bu “Mevlîd-i Nebî Haftası”nda da Cenâb-ı Allah’tan niyâzımız; her hâlimize “Gül’den terâzi tutmamız”[4], maddenin köleliğinde körelip âmâ hâline gelen gözümüzün ve gönlümüzün “Gül”ün nûruyla ışığa kavuşmasıdır. Eğer bizler; hayatın her karesini besmeleyle fetheder ve “Yeşil köşkün lâmbası”nı “Gül”ün nûruyla yakabilirsek, işte o zaman; gönlümüz gülşen, çehremiz rûşen, çevremiz şen olacak; duygularımıza “Gül”e mümâsil bir renk, ölçülerimize “Gül Devri”nden bir mihenk gelecek ve dünyamız, “Gül” mihverli bir âhenkle gülecektir. Fakat ne çâre ki, yıllardan beri “Mevlîd-i Nebî”nin gül-efşân güzelliklerini idrâk edemiyoruz bir türlü… Ne yazık ki, hazân eriyor hayatımıza, bahar gelmeden… Ve şimdi, “Senetü’l-hüzün”[5] (Hüzün Yılı) nın en hazîn günlerinden daha kederli bir zamanı yaşıyoruz. Kutlu Emânetin Emîn Mimârı’ndan bize kalan ve “İki Emânet”[6] olan “Kur’ân ve Sünnet”e hakkıyla sâhip çıkamıyoruz. Kur’ân sâdece evimizin duvarında asılı kaldı; Sünnet ise ne acıdır ki önemsenmez oldu, tartışılır hâle geldi ve inkâra başlandı… Heyhat! Bizler bu emânetlere sâhip çıkmak şöyle dursun, “Gül” mushaflı sevdâmızı yok etmek isteyenlere bile sesimizi çıkaramıyoruz; yalnızlıktan, yılgınlıktan, yorgunluktan ve âcizlikten…
“Gül”ü gerçek mânâsıyla gönlümüze hâkim kılamadığımız, O’nun mübârek “İz”inden ayrıldığımız için; yalnızız, yılgınız, yorgunuz ve âciziz…
Yalnızlığımız; Müslüman olarak birbirimizi kâmil mânâsıyla sevememekten, vahdetten ayrılıp kesrete düşmekten ve kardeşliği unutup tefrikada karar kılmaktan…
Yılgınlığımız; madde ile mânânın, ilim ile îmanın, akıl ile kalbin terkibini yapamamaktan; kalem, kılıç, duâ ve âsâyı; alın, zihin ve gönül teri ile yoldaş edememekten…
Yorgunluğumuz; “Gül”ün gölgesinde nefeslenmeyip, nefsin peşinde bîtap düşmekten ve maddeye esir olup dünyayı kalbimize yüklemekten…
Ve âcizliğimiz ise; “En Azîz” olanı unutup, “..Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..”[7] ölçüsünü terk etmekten; İslâm Hakîkati’nin insana yüklediği keyfiyeti hakkıyla anlamayıp, bunun yerine, nefsânî arzularımızı ikame etmekten; Kur’ân ve Sünnet çizgisini bırakıp, “Gül”ün muazzez ikliminden uzaklaşmaktan…
Yâ Rabbî! Hakk’ı bilmeyi, Hakîkat’i ölçü almayı, “Gül”ün gölgesinde kalmayı, “Gül” aşkını gönlümüze hâkim kılmayı, “Gül”ün emrettiği gibi kardeş olmayı, “Gül” yaprağıyla dünyadaki bütün mazlumların gözyaşını silmeyi ve “Gül” ikliminde kendimizi bulmayı bizlere yeniden nasîp eyle… Yâ Rabbî! Dünyayı elimizden alma, fakat kalbimize de koyma…
Ey En Güzel “Gül”! Ey Şâh-ı Rusül! Sen Rabb’inden “Eşyânın hakîkatini öğrenmeyi”[8] talep ederken, bu muazzam duânın sırrına eremeyen biz kalbi vîrâneler ise; hakîkatini bilmediğimiz eşyâlara sâhip olmak için ömür sermâyemizi boş yere tüketiyor ve evlerimizdeki eşyâ kalabalığı içinde “Hakîkat Sırrı”nın farkına bile varmadan beyhûde yere yorulup tükeniyoruz.
Aslında bizler; Efendimiz’in teri gül koktuğu için, gülü her kokladığında salâvât getiren; gül yaprağının yere dökülmesini dahi günah addederek, kitap sayfaları arasında îtinâ ile gül yaprağı kurutan bir medeniyetin vârisleriyiz.
Bu “Mevlîd-i Nebî Haftası”nda da ellerimizi yaprak yaprak semâya açarak; “Cündullah” olarak bin yıldan beri İslâm’ın sancaktarlığını yapan ve ‘Kâinâtın Solmayan Gülü’nün Halîfesi’ olma şerefini dört asır taşıyan azîz Türk milletinin gönlünün yeniden “Gül”e yâr olması için duâ edip yalvaralım. Güzelliklerin hicret ettiği, adâletin terk-i diyâr edip gittiği bu mübârek vatan topraklarında yeniden “Gül” fidelerinin filiz vermesi için Hakk’ın dîvânına gözyaşlarıyla varalım. Çünkü “Gül” kokusundaki aşk rüzgârlarından nasîpdâr olanlar, seher vakti sevdâ yaylasının yollarını gözyaşlarıyla aşındırırlar… Öyleyse gelin hep birlikte, gönlümüzün sesini, gözyaşıyla ıslattığımız “Beyaz Dilekçe”lere[9] cümle cümle dökelim: ‘Yâ Erhame’r-râhimîn! Yeni bir “Gül” Cemresi düşür Ademoğlunun gönlüne… Bu Garip Ümmet’e baharı soluklat yine… Yeniden döndür, azîz milletimizi tarihî mefâhirine’ duâsını Cenâb-ı Allah’a arz edelim… “Âlemlere Rahmet”[10] olan “Şâh-ı Rüsûl”den de şefâat isteyelim ve; ‘Ey Emsâli Olmayan Gül! Kalmadı bu mazlûm ümmette, bu çilekeş millette artık tahammül, ne olur bize de bir gül, tebessümünle şâd olsun her mü’min gönül’ diyelim.
Duâlarımız odur ki, son nefesinde bir demet gül isteyip, onu koklayarak rûhunu teslim eden Hz. Ali (r.a.)[11] gibi, bizim ömrümüzün bidâyeti de, nihâyeti de, ilk faslı da, son faslı da fasl-ı Gül olsun… Ve gönlümüz dâimâ “Gül” aşkıyla dolsun…
Bu “Mevlîd-i Nebî Haftası”nda, “Gül” Yetimleri’nin “Gül”e sevdâlı yüreklerini “Gül” Cemresi’nden mahrûm bırakma Yâ Rabbî!.. Bu “Mevlid Kandili” hürmetine, Ümmet-i Muhammed’e rahmet, mağfiret ve nusret ihsân eyle Yâ Rabbî!..
“Gül” Efendim, gülümse bize… “Gül” yüzünden nur yağsın yüreklerimize… Yalnızız, yılgınız, yorgunuz, âciziz, perîşânız, günahkârız, öyle muhtacız ki şefâatinize… Her iki cihanda imdâd eyle bize…
“Gönül hûn oldu şevkinden boyandım Yâ Resûlallâh,
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım Yâ Resûlallâh
Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûlallâh
Cemâlinle ferah-nâk et ki, yandım Yâ Resûlallâh…
…
Erir canlar o Gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından,
Güneş titrer, yanar dîdârının bak, ihtirâsından,
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallâh…”[12]
Dr. Mehmet GÜNEŞ
***
[1] Dr. Mehmet Güneş, Hüzünle “Gül” Kokuyor, O “Gül” Aşkın Mihrâbıdır, 20
[2] Haluk Nurbâkî, Sonsuz Nur, Damla Yayınevi, İstanbul, 1992.
[3] Nûrullah Genç, Rüveydâ, Rüveydâ, 65
[4] Ümmî Sinan
[5] Bi’setin 10. yılında; Hz. Peygamber(s.a.v.)’in 4 yaşındaki büyük oğlu Hz. Kâsım ve diğer oğlu Hz. Abdullah’ın vefâtının
ardından Amcası Ebû Tâlib ve “Ümmetin Kadınlarının En Hayırlısı” Hz. Hatîce (r.anha) peş peşe dünya değiştirmiştir…
Ard arda vûkû bulan bu acı hâdiseler Allah Resûlü(s.a.v.)’nün kalbinde derin bir teessür bıraktığı için, Efendimiz bu
seneye (M. 620) “Hüzün Yılı” demiştir..
[6] Mâlik, Muvattâ, II, 899; Hanbel, Müsned, I, 384; Müslim, Sahîh-i Müslîm, II, 889-890; Ebû Dâvûd, Sünen, I, 442; Tirmîzî,
Sünen, V, 662-663
[7] Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15
[8] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, İnsan ve Evren
[9] Bahaeddin Karakoç, Beyaz Dilekçe, Beyan Yayınları, İstanbul, 1996.
[10] Enbiyâ 21/107
[11] TDV İslâm Ansiklopedisi, XIV, 221
[12] Yaman Dede, Dahîlek Yâ Resûlallâh, Ali Budak & Ali Belbağı, Kâinâtın Efendisi’ne Na’t Antolojisi, 156-157