Bilindiği üzere, Müslümanların ömürde bir kere farz olarak yaptıkları hac ibadetinin dışında yaptıkları ibadete nafile ibadet olarak ” Umre” denmekteedir.
Müslüman milletimizin gönlünde ilahi aşk olarak Kâbe’yi görmek, oraya yüz sürmek, Kâbe’nin etrafında dönmek, Rasulullah (sav)’in adım adım dolaştığı, gezdiği, yürüdüğü yerlere adım atmak,çile çekmiş olduğu yurdu görmek, yaşamak her müslümanın gönlünde yatan en büyük dini idealdir. Onun içindir ki;
” Umre, kelimenin kök anlamının da ifade ettiği gibi ” hayatı imar etmek” için gönüllülük esası üzerine ( nafile) ifade edilen bir ibadettir.
Her ibadetin, bir emirle yapılanı, bir de gönüllü olarak yapılanı vardır. Birincisine, fıkıh dilinde ” farz”, ikincisine ” nafile” adı verilir. Nafile avamın diilinde içi boşalarak ” boş iş” anlamına taşınsa da, din dilinde ” gönüllülük” , ” armağan” demektir.
Namazın, orucun, zekâtın nafileleri olduğu gibi haccın da nafilesi vardır. Nafile hac, farz hac dışında edâ edilen mükerrer haclardır. Ömürde bir defa farz olması , Allah’ın kul üzerindeki haklardır.
Umre ise , haccın nafilesi olmaktan daha çok- ki o, nafile hactır; müstakil, nevi şahsına münhasır, sadece kendi kendisiyle kıyaslanan özel bir ibadettir. Allah Rasulü’nün Hudeybiye barışıyla sonuçlanan yarım kalmış umresi ve bir yıl sonraki ve bir yıl sonraki kaza umresi de, umrenin çok özel yapısını gösterir.
Hac, müminin içinde bir aşk ateşini yakma merasimidir. Baştan sona semboliktir. Bu ateş yandığı zaman, artık ok yaydan çıkmıştır. Sıla ve gurbet yer değiştirir. Nasıl ki Kur’an-ı ” okudum” demek doğru değilse Kâbe’yi de ” ziyaret ettim” demek doğru olmaz. Nasıl ki Kur’an her okuyuşta yepyeni manalar fısıldarsa , Beytullah’ı her yeni ziyarette , bambaşka âlemler açar. ” ( Kalemle öğreten adına, M. İslamoğlu, sayfa 148)
Binaenaleyh Beytullah’a yolu düşmüş kardeşlerimizin Umre yapmaları, tıpkı Rasulullah (sav) gibi, sahabe-i kiram gibi ibadet ve taatte bulunmaları güzel bir haslettir.
Ama, ne hazindir ki, Umreyi her yıl, her dem, her an yolculuk haline getirmek, evini, barkını, çocuklarının istikballerini ihmal ederek, umre yolculuğuna çıkmak, nevafilden başka bir şey değildir.
Malumdur ki, milletimiz fertleri maddi yönüyle kalkınmış, zengin olmuş bir millet değildir. Hayır kurumları fakru zaruret içersindedir. Hafızlık yapılan kurslar, İmam-Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri öğrencileri, diğer taraftan konu komşularımız müşkil durumda iken, bizlerin, her yıl, her an, her dem Umre yolculuğuna çıkmamız doğru mudur?
Nice nice Umre yolculuğuna çıkmış insanımız bulunmaaktadır ki, babasının yerine, annesinin yerine, kardeşinin yerine umre seferine, yolculuğuna çıkmaktadır. Hatta. hac esnasında nice iş bilmez, haccı bilmez, umreden anlamaz insanlara rast gelmiş oluruz ki, kardeşinin yerine umre yaptığını, hayatlarında hiç Kâbe’ye gelmemiş yakınlarının yerine Umre yapanlara rast gelmekteyiz..
Bunu da; övünerek, sevinerek dile getirmektedir. Bendeniz, kendi İlçemde bir Umre seferlerine abone olmuş hacı efendiyi tahnırım ki, abartılı bir şekilde liste tutmuş, kimlerin yerine Umre seferine yolculuk yapmış ise övünerek, sevinerek, medarı iftiharla anlatmaktadır.
Ama, aynı şahış, bir garibin kapısını çalmamış, bir hayır kurumu ile ilgilenmemiş, bir öksüzün başını okşamamış, bir şehid yavrusu na himmet etmemiş kimseye ne demeli, ona nasıl bir muamele göstermeliyiz? Elbette ki;
” Kâbe, aşkın kübik halidir. Kalbi temsil eder. Bedende kalp ne ise, kâinatta Kâbe odur. Kalbin durması nasıl ölüm demekse, tavafın durması da Kâbe’nin ölümüdür.
Her ziyaretçi, bulunduğu yerden Kâbe kalbine açılan bir kılcal damardır. Kâbe’nin pompaladığı manevi kan, bu damarlar vasıtasıyla yeryüzünün dört bir yanına dağılır. Oralara, tıpkı kalbin bedene hayat taşıdığı hayat taşır.
Eğer ümmeti teşkil eden bir organ, merkezini Kâbe’nin oluşturduğu kan dolaşımı sistemine girmezse kangren olur. Artık, kan yürümediği için , o organ bedeni yük olur. Sonunda bedeninden kopar. Bu, felakettir. Bu felakete uğramamak için, kan dolaşımı devam etmelidir. Kanın bedende dolaşması, o bedenin diri olduğunun delilidir.” (. a.g e.)
Demek ki, Kâbe’yi ziyareti buna benzetmiş olursak, kanın bedende dolaşması demektir. Ümmet fertleri, her an, her dem Kâbe ile yüz yüze gelecek, yüzleşecek, orayı Rasulullah (sav)ın ziyaret ettiği gibi ziyaret edecek, fani hayatlarına yansıtacaktır.
Yoksa, Umre vesilesiyle, çarşı-pazar alış verişine katılmayacak, eşine, dostuna, çocuklarına ” Çin malı” hediyelik eşya taşımak için umre seferine çıkmayacaktır.
Netice olarak;
Hacca gitmiş iken, yolu oraya düşmüş iken umre yapmamak boş boğazlık olacak, ama bunu, bu ziyareti her an, her dem seferler kafileler düzenleyerek yapmayacaktır.
Hac farizası için gidilmiş ise, umresini de yapacak ama, Tavaf ibadetini aksatmadan yapacaktır.
Ülkemiz, ülkemiz insanları çok zengin değildir. Yapılacak çok işimiz bulunmaktadır. Yollar, köprüler, hastaneler, imaret yerleri, mescidler, mabedler, medreseler bizim uğrak yerlerimiz olmalıdır.
Buralarda okuyan, tedrisat gören öğrenciler, bizim çocuklarımız gibi el atılmalı, el uzatılmalı, onların tahsil hayatlarını yaptırarak yarınlara hazırlanmalıdır.
Bu çocuklar, tahsillerini bihakkın yapmalı doktor olmalı, subay olmalı, uzmanlaşmalı ve milletin yaralarına merhem olmalıdırlar. Umre seferine çıkmak, nafile, vatanın imarına çalışmak da, farzi bir eylemdir.. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir