” Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli,
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.” ( Mehmed Akif Ersoy)
Merhum Akif’i; gerek İstiklal marşının kabul günlerinde ve gerekse vefat etmiş olduğu zamanlarda olduğu gibi, bütün zamanlarda onu rahmetle, hürmetle yad ediyor, makamının cennet olmasını niyaz ediyorum.
Akif merhumun şahsiyeti, örnek mü’minliği, Kur’an insanı oluşu bu millete numune-i imtisal, izinden gidilecek, adım adım takip edilecek bir dehadır, iman eridir ve sahabe-i kiram yolunun izinden gidilecek üstadıdır.
Dünyaya boş vermiş, dünyevi hırs ve istekleri elinin tersi ile itmiş bir Kur’an yolunun yolcusudur. Ömrü boyunca fakrü zaruret içerisinde yaşamış, İstiklal Marşının kabul edildiği günlerde kendisine verilen 500 liralık ödülü bile kabul etmeyerek, Dar’ül Mesaiye hibe etmiş bir mümindir.
Mehmed Akif, Teşkilatı mahsusada çalışmış değişmemiş, şiirin zirvesine çıkmış değişmemiş, Necid çöllerine görevli gitmiş , orada Çanakkale ordu kumandanının ” Çanakkale’yi kazandık ” müjdesi karşısında hüngür hüngür ağlamış, göz yaşları ile çölün kumlarını ıslatmış bir dehadır. Ve Necid’de heyecanlanarak ” Çanakkale ” şiirini hıçkırıklar arasında kaleme almıştır.
Merhum Akif’i, Kurtuluş savasında görüyoruz. Camilerde vaaz vererek milleti uyandırmış, din, iman, vatan ve millet aşkı ile galeyana getirmiştir. Hocamız, yerinde durmayan, aşk ile, şevk ile Ankara Hacı Bayram’da, İstanbul Fatih, Beyazıt, Süleymaniye, Balıkesir ve Ksstamonu vesair selatin camilerde gönülden, içtenlikle kükreyerek aziz milletimizi aşka ve şevke getirmiştir.
Akif’in yaşantısını, yaşamını tanımak için Asr-ı Saadet Müslümanlık dönemine gitmemiz gerekir. Hz. Ebu Bekir (ra)’ın hayatından, Hz. Ömer (ra)’ın ve benzeri hasbilerin yaşam tarzlarına bakmamız icap eder.
İşte, bunu yaptığımız zaman, Akif merhumu tanımış olacağız, onun bizlere kazandırmış olduğu aziz Kur’an mesajını okumuş olacağız. Bunu yakalamış olduğumz an görülecektir ki, hali hazır içerisinde boca olduğumuz hurafi eylemler, bid’at türü şeyler camilerimizden def olup gidecektir.
Bunu anlamış olduğumuz vakit, görülecektiri ki, ne ölü mevlidi okunacak, nede ölünün yedisi, kırkı ve elli ikinci safsataları yaşama imkanı bulacaktır. Aziz Kur’an tilavet edilecek, anlaşılacak ve devlete yön verme çabası öne çıkmış olacaktır.
Zaten bunu anlamış, Kur’anı hayat tarzı haline getirmiş olsaydık, merhum Akif küskün olarak Mısır’a hicret etmeyecek, ömrünün en güzel yıllarını Mısır sokaklarında geçirmeyecekti. Ama, olmadı ve hali hazır da olur gibi gözükmemektedir.
Böylesi, hayati bir mes’eleyi Diyanet İşleri Başkanlığına bile anlatmakta güçlük çekiyoruz. Ne uyduruk kandil gecelerine “dur” diyebiliyor, nede Kur’an’ın anlaşılması için Kur’an’ı güzel okuma yarışmasında arzumuz olmamaktadır. Ses , mahreci hurufat ve altın ödülünü götürme proğramlarından ibaret kalmaktadır.
Merhum Akif’in müthiş eseri ve emeği olan “Kur’an Meali” hali hazır milletin istifadesine sunulmamıştır. Elmalılı Hamdi Yazır merhumun ” Hak Dini Kur’an Dili” ortada iken , iman insanı Akif’in Meali nerde, nasıl yitmiş ve kaybolmuştur?
Onun içindir ki, Kur’an şairi Âkif, Anadolu insanının, bütün Türkiye’nin daha doğrusu bu toprağın haykıran sesi ve soluğudur. ” Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal!” diye Milli Marşımızda vurgularken, Türkiye’nin, milletimizin dinin İslam, kıblesinin Kâbe, kitabının Kur’an olduğunu ifade buyurmuştur.
Ne acı ki, Âkif , İstiklal Marşımızı bu millete bağışlarken, öldüğünde veya Rahmeti Rahmana kavuştuğunda cenazesine resmiyet sahip çıkmamış, sadece, Üniversiteli Müslüman gençlik tabutuna omuz vermiştir.
Netice olarak;
Merhum Âkif’in okunması için bizlere emanet bırakmış olduğu ” Safahat” isimli şah eseri elden ele, dilden dile dolaştırılmalı, içeriği, defaetle gözden geçirilerek hayatımıza yansıtılmalıdır.
Binaenaleyh, İstiklal Marşımıza yan gözle bakan, eğri fikir üreten insanlar tu-kaka edilerek kınanmalıdır. Öylesi bir soysuzun bu topraklarda yerinin olmadığı, öldüğü zamanda cenazesine omuz verilmemesi, kifai farz olan cenaze namazının kılınmaması elzemdir, yapılması gerekli olan bir işlemdir.
Akif merhum, ülkemiz topraklarında Kur’an aşkı ile dolaşmış, çaba sarfetmiş, vefatına kadarda bu ümitle yaşamıştır. Ne yazık ki, resmiyet onun bu yüce idealini anlamamış ve anlamazlıktan gelmiştir.
Son sözler olarak, Akif’in ruhaniyetine Fatihalar gönderir, İstiklal Marşımızın kabul yıl dönümünü içtenlikle kutlarım..Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir