” Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamını almak, hastalandığında ziyaretine gitmek, cenazesine katılmak, davetine icabet etmek ve aksırdığında ona rahmet dilemek.” ( Buhârî, Cenâiz , 2)
Mümin olarak bizler kardeşlerimizi ahirete yolcu ederken yapmamız gereken İslâmi ve insani sorumluluklarımız vardır.
Tabii ki, bu görevlerin arasında ölüm döşeğinde olan kardeşimizi yalnız bırakmamak, yanı başında kelime-i tevhid getirerek ruhunu teslim etmesine yardımcı olmaktır.
Elbette ki, bunu yapar iken ölmek üzere , can veren insanımızı zorlamamak, ” sende söyle, sende oku!” diyerek icbarda bulunmamak lazımdır. Aksi halde, olabilir ki, ölmek üzere olan kimse, o haldeyken, can havliyle hata yapmış olabilir, reddetme durumunda bulunmuş olabilir. Bu durumda iken,
Ölenin acısı ne kadar taze ve büyük olursa olsun orada bulunanların söz konusu acıya, tahammül edemeyerek feryat, figan, isyan etmeden, ahh vah etmeden, cenneti âlâ ile buluşma ümidiyle yüce Allah’ın emrine razı olmak, bağırıp, çağırmadan Allah’ın emrine razı olmak, O’ndan sabr-ı cemil niyaz etmek gerekir.
Bunu müteakiben, ölen kardeşimize karşı ölenin yıkanması, kefenlenmesidir. Bunu icra ederken, sünnete uygun şekilde davranmak, beyaz kefen, erkeklerde üç kat, hanımlarda beş kat olmasına riayet etmek. Böyle olması sünnete uygun bir hal olacaktır.
Öleni haber vermek, eşe, dosta, hısım, akrabaya, konu komşuya usulüne uygun şekilde duyurarak cenaze merasimine katılmalarını, onların da duasını almak güzel bir davranıştır. Cenaze gasli yapılır iken, mahremiyete dikkat etmek şarttır. Mümkünse, ölenin yakınlarının cenazeyi yıkamaları güzel bir davranış olacaktır. İllaki, köşe bucak ölü yıkayıcısı aramak abesle iştigal olacaktır.
Şimdilerde, hastanelerde resmi ölü yıkayıcısı. bu görevi ifa ettiği için telaşlanmaya, illaki yıkayıcı bir hoca aramaya lüzum bulunmamaktadır. Bu arada, geride kalan yaşayanlara bir takım görevler düşmektedir. Ölen Müslümanın borcu olup olmadığı, varsa borcunun kendi malından ödenmesi, daha önce ölen insan bir vasiyette bulunmuş ise onu yerine getirmeli, ifa etmeliyiz.
Ölen kardeşimizin cenazesini namazını kılmalıyız. Hatta, ölü yakını hanımlarında bu cenaze namazlarına iştirak etmeleri uygun bir davranış olacaktır. Maalesef, toplumumuzda bu yapılmamakta, ölenin yakınları hanımlar cenaze namazından men edilmektedir. Halbu ki, cenaze namazı dua etmekten ibarettir. Bunu erkekler yaptığı gibi, hanımlarda yapabilir.
Cenazenin defin merasimden sonra, telkin verme gibi bir yanlışa meydan verilmemeli, okunan Kur’an meali orada toplananlara anlatılmalıdır. Ne yazık ki, ölü defninden sonra, ölü evine çadır kurularak, üç gün boyunca yemekler verilmekte, gelen gidenler bu yemekten yemektedir. Tabii ki, böyle bir davranış ölü sahibine eziyet olup, o acının, o sıkıntısının arasında ölü sahibini müşkil durumda bırakmak , hele maddi durumları müsait değilse ölü yakınlarını külfet altında bırakmaktan başka bir şey değildir.
Tabii ki, bu mühim mes’elenin yanlış olduğunu bilgin, alim ve Müftüler duyurmalı ve engel olunmalıdır. Hele cenazenin ardından üçüncü gün merasimi yapılmaktadır ki, bu davranışta sünnet dışı bir merasimden ibarettir.
Elbette ki, ölü yakınları o anda heyecanlı durumdadır. Ölenim için ne yapabilirim? telaşı içindedir. Halbu ki, yapılacak işlem şudur: Ölen için ne mevlid tilaveti, nede hatim merasimi tertip etmektir. Ölenin üçü, yedisi, kırkı ve elli ikisi tamamen boş bir uğraştan ibarettir.
Netice olarak;
Müslüman kimseler, bu hususlarda daha dikkatli, daha bilgili olmak zorundadır. Ne yapacaklarsa, tamamen sünnete uygun şekilde yapılmalıdır.
Bu hususlarda aziz peygamberimiz nasıl yaşamış, ne yapmış ise bizlerde onu aynen yapmalıyız. Yoksa, geleneksel şeylere öleni kurban etmenin bir anlamı, bir faydası bulunmamaktadır.
Cafer bin Tayyar’ın durumu günümüzde de tatbik edilebilir. Aman haa aman!.. Sonradan uydurulmuş hususlara tabi olmayalım!..
Rabbimiz!.. Tüm ölmüşlerimize rahmet eylesin!.. Makamlarını cennet eylesin!.. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir