Bu günkü mevzuum, insanlığın dimağına imza atan, asırlar geçse de zihinlerden kat’iyyen silinmeyecek, unutulmayacak olan bir mübarek insandan bahsedeceğim.
Hazreti Ali efendimiz!.. Hicrette vücudunu kargılara, mızraklara, sarhoş beyin ve kafalara karşı kullanan yiğit ve mert insan Hz. Ali (ra)..
Bedir’de çelikleşmiş irade, düşmanı yere serecek kılıncın sahibi, Uhud’da Rasulullah (sav)’in etrafında bir pervane gibi dönen yiğit, hasılı İslam tarihinin her tarafında, her anında, her sayfasında imzası bulunan bahadır!..
Cemel vak’ası, Sıffîn denilen yerde ihanetle yüz yüze gelerek binlerce Müslüman askerin telef edilmesi.. Hz. Osman (ra)’ın bigünah şekilde teröristlerce şehid edilmesi seranceminde yine Hz. Ali’nin suçlanması, itham altında tutulması hangi vicdanın, hangi gelenekçi, atalarcı, Beni Ümeyye’nin kurgusu değil midir?
Hazreti Ali efendimiz, Rasulullah (sav)’in çok sevdiği, saydığı, bağrına basmış olduğu, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin sevgili anneleri, cennet hanımlarının efendisi olan Hz. Fatıma değil midir?
Hz. Ali (ra), İbn-i Mülcem tarafından şehid edilinceye kadar Beni Ümeyye’nin uydurukçalarına karşı çıkmış, gelişen dünya insanlığının önünde engel olan uydurma, hurafe şeylere karşı mücadelesini bihakkın sürdürmüştür.
Ne acı ki, Sünni cenahta, Alevi geçinen Kur’an yoksunu zümrede onu anlayamamış, Alevi kesimlerde bunu bahane ederek Camiye küsmüşlerse de, Sünnilerde kişileri ilahlaştırma, gavs, kutup, mehdi ve benzeri gibi sonu birer hiç olan hayali düşünceleri öne sürerek ümmetin iflahını kesmişlerdir,
” Hani onlar önünüzden ve sizin ardınızdan üzerinize gelmişlerdi; işte o an gözlerin yuvalarından fırladığı, yüreklerin ağızlara geldiği bir andı; öyle bir hal ki, Allah’ın ne yapacağı hakkında her tür düşünce zihninizde cirit atıyordu. ” ( Ahzab sûresi, âyet 10)
Bu durum Hendek savaşının en kritik günlerinde yaşanmıştı. Hatta bunlardan birinde Kureyş’ten bir müfreze hendeği geçmiş, Hz. Ali komutasındaki bir müfreze de onlara karşı koymuştu. Düşman, mü’minleri ok ve taş yağmuruna tutmuş, herkesin yüreği ağzına gelmişti. İlk defa o gün Rasulullah ve mü’minler namazlarını eda edememişler, gün bitiminde Rasulullah hepsini birlikte kıldırmıştı.
” O sırada ikiyüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar diyordu ki: ” Allah ve O’nun elçisi bizi yalnızca boş vaadlerle avuttu.” ( Ahzab sûresi, âyet 12)
Bu âyet olayla birlikte düşünüldüğünde daha iyi anlaşılır. Hendekler kazılırken Selman ve Huzeyfe’nin de aralarında bulunduğu grup kendi paylarına düşen yerde hendek kazarken bir kaya çıkmıştı. Tüm çabalar sonuçsuz kalmış, kaya değil balyoz kırılmıştı. Hz. Peygamber’e durum haber verildi.
Olay yerine gelerek balyozu aldı ve kayaya vurdu. Her vuruşta kayanın bir parçası kopuyor ve kıvılcımlar saçılıyordu. Rasulullah o kıvılcımlara işaretle Pers, Bizans ve Yemen savaşlarının ümmetinin eline geçeceğini müjdeliyordu. İşte içinde bulunulan zor zamanla bu müjde arasında makul bir bağlantı kuramayan hasta kalpliler , bunu ” boş vaad” olarak gördüler.
Konuşan Kur’an Hazreti Ali (ra)!..
Hakikaten, ümmet Hz. Ali (ra) efendimizi yeterince tanıyamamış, onun Kur’an bilgisinden yeterli şekilde istifade edememiştir. Ne Sünni cenah, ne Alevi zümreler bu mümtaz kıymeti takdir edememişlerdir.
Hal böyle iken, Emeviyye, Hz. Ali(ra)’ın çalışmasına müdahale etmemiş olsalardı, bu günkü kaotik ortam olmayacak, alemi İslam; vicdanı hür, beyni özgür, kalbi mutmain olarak hayatına devam edecek, Allah’ın lütfettiği nimetleri kardeşçe pay etmiş olacaktı!..
Keşke!.. Ümmet onun şah eser tefsirini okumuş olsaydı. Okumuş olsaydı zaten günümüzdeki mezhep kavgaları olmayacak, ne Sünnilik, nede Alevilik didişmesi, namazsızlığı, Cem evi kaosu yaşanmayacaktı.
Netice olarak;
Ne yazık ki, ümmet ve bilhassa milletimiz sen-ben sürtüşmeleri sebebiyle bedbin ve perişandır.
Hazreti Ali (ra)’ın ” Konuşan Kur’an” olması hasebiyle anlaşılmamış olması bizleri dilhun ve bedbin etmektedir. Yıllarca önce bir Alevi hanım cenazesi olmuştu. Bizim üç tane sünni geçinen (!) imamlardan bir tanesi bile olsun ölen hanımın cenazesine dua etmekten imtina etmişlerdi.
Dolayısıyla, ne Sünni insan Cem evine girer, nede bir Alevi caminin kapısından içeri adımını atmazdır. İbadet yerleri ayrılmış iken, kabirler bile birbirinden uzaklaşmış, evlilikler, törenler, nişanlar, düğünler tamamen birbirinden kopuk , gelenekler, görenekler bütünüyle kendi bildikleri çerçevede olmaktadır.
Tüm bunlar neden olmaktadır biliyor musunuz? İslam’ı bilmemek, Kur’an’ı anlayamamak sen ve ben düellolarından dolayı zuhur etmektedir. Halbu ki,
Mes’ele konuşan Kur’an olan Hz. Ali’ye havale edilmiş olsaydı ,sorunlar bitecek, kaos ortadan kalkmış olacaktı. Bunun oluşması içinde, Kur’an eri bülbüllere ihtiyaç bulunmaktadır. Yüksek İlahiyat öğremini tamamlamış Din adamlarına, Kur’an tahsilini yapmış, Dedelere ihtiyaç bulunmaktadır.
Rabbimiz!.. Bu millete birlik, dirlik, düzenlik, anlayış nasib eylesin!.. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir