
Allah’ın izniyle 19 Ocak’ta yürürlüğe girmiş olan ateşkes antlaşması, Allah’ın lütfu olarak aziz Filistin halkının emsalsiz dirayetinin bir mahsulüdür, müstesna bir zaferdir. Ne var ki israil cellatları bu antlaşmayı pek çok sebepten doğan mecburiyet ve belki birtakım gizli niyetler ile kabul etmiştir. Karşımızdakiler; yetmişi aşkın senedir Filistin halkını insanlık dışı yollar ile etnik temizlemeye maruz bırakan, geçmişte pek çok antlaşmayı bozmuş, 2024’ün Temmuz ayında ABD Kongresi’nde Gazze’de katlettikleri masum sivilin 48 bini aştığı bir sırada hayatını kaybeden sivil sayısının “neredeyse sıfır” olduğunu ileri sürecek kadar iki yüzlü, kıtlığa maruz bıraktıkları mazlum halka un sırasında beklerken kurşun yağdırıp tanklarla saldıracak kadar aşağılık, hastaneleri ve okulları toplu mezarlara çevirecek kadar cani, yeni ateşkes antlaşmasının yürürlüğe girme tarihi belirlendikten sonra henüz o tarih gelmediği için ellerinde kalan birkaç günü de boş geçirmeyip hemen yeni katliamlara imza atıp düzinelerce çocuğu cansız halde yere serecek kadar insanlığın her bir zerresinden yoksun canlılardır.
Siyonist israil, arkasındaki başta ABD olmak üzere bütün dünya gücü yardımcıları ile, yetmişi aşkın senedir işgal altında tuttukları mazlum bir halkın küçük bir örgütüne adeta bütün dünyanın cephanesini yağdırmış, askeri sahada en gelişmiş harp teknolojileri ile gözlerini kan bürümüş kuduz köpekler gibi 15 aydır aralıksız şekilde bombardıman ve devamlı saldırı altında tutmuş, 100 bin tonu aşmış miktarda patlayıcı yağdırarak dünyanın maliyetini harcamıştır. Buna rağmen Kassam Tugayları sırtlarını Rablerine dayayarak dünyaya meydan okumuş, müstesna bir dirayet ve yiğitlik ile mücadeleyi asla kesmeyerek düşman güçlerine büyük zarar vermişlerdir. Netice olarak israil, boyutlarını hayal etmenin güç olduğu derecede büyük bir mali ve ekonomik kayba uğramıştır. İsrailli ekonomistler, Gazze’ye yapılan soykırımın ve Hamas çatışmalarının israil ekonomisine 67,3 milyar dolardan fazla maliyet çıkardığını söyledi. İsrail Merkez Bankası’nın eski müdürü Jacob Frenkel ise; 2024’ün Temmuz ayı sonunda israil ülke bütçesinin açığının %8,1’e, yani yaklaşık 155 milyar NIS’ye (41,8 milyar $) ulaştığını söyledi. Filistin’e yönelik devam eden saldırılarını finanse edebilmek için 2023 yılında dahi milyarlarca dolar borç alan israilin, 2025 itibariyle nasıl bu kadar ekonomik zarara uğradığını anlamak güç değil.
Tüm bunların yanında israil boykotu, çağlayan gür sular gibi küresel çapta büyümüş ve siyonistleri dört bir yandan kuşatarak dara sokmuştur. Siyonistlerin temel gelir kaynaklarından olan, dünyanın dört bir yanına yüzyıllar süren bir süreçte; askeriden inşaata, gıdadan kozmetik ürünlerine, temizlikten mobilyaya her tür sektöre sinsice uzatmış oldukları ticaret kolları; boykot hareketleri ile birlikte büyük ölçüde kesilmiş, kurutulmuştur. Bütün dünya çapında uygulanan boykot; bizzat israil kökenli marka ve kuruluşlara, birtakım sebeplerden dolayı sayısal biçimde tam olarak hesaplanması güç olsa dahi, son derece büyük kayıplar yaşatırken, dolaylı yoldan yönettikleri ve kendilerinden yardımını esirgemeyen, bazı küresel baskılar sebebiyle esirgeyemeyen “tasmalı” markalarına da benzer şekilde müthiş zararlar vermiş, o markaların ve dünya çapında diğer büyük küçük markaların israile maddi veya sözlü destek vermelerini zorlaştırmış, kısıtlamış, kimisini tamamen durdurmuş ve de henüz desteklemeyen veya yeni kurulan marka ve firmaları da boykottan korkutarak destek vermelerini zorlaştırmış ve engellemiştir. Böylece israilin küresel gelir kaynaklarına büyük darbeler indirilmiştir.
Bunun yanında, benzer bir etki diplomatik alanda görülmüştür. Özellikle ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde milletler hayret feza bir kararlılık, süreklilik, şiddet ve fedakarlıkla sürekli olarak ülkelerinin israile desteğini çeşit çeşit eylemler ile protesto etmiş, israile ve yandaş ve ortak ülkelerine tepkiler çığlar gibi her geçen gün büyümüştür. Tarihi kan gölleri üzerine inşa edilmiş ve tarih boyu Filistin soykırımlarında da en az israil kadar rolü olan ve aynı amacı paylaşan ABD dahi, kendilerine karşı dünyada dağlar gibi biriken tepki ve nefret yığınları karşısında israili yavaşlatmaya çalışmış ve ateşkes önerileri sunup durmuşsa da, Allah’ın gözlerini kan hırsı ile kararttığı azgın siyonistler, dünyanın nefret ve tepkileri arttıkça onların gözleri önünde zulmünü ve vahşetini hiç taviz vermeden artırmış ve her gün yeni aşırılıklara imza atmıştır, Gazze’yi tamamen yok etmeye çalışırken dünya çapında kendi itibarlarını ve yandaşlarının itibarlarını tamamen yok etmiş, batı medeniyeti ve batının insan haklarına ve özgürlüğe verdiği önem gibi dünyaya bir asırdır empoze ettikleri ve uyutmakta kullandıkları algıları silip süpürmüş, yakıp kül etmiştir. Böylelikle en büyük yardımcı ve tedarikçilerinden olan ABD gibi ülkeler, halklarının büyüdükçe büyüyen tepki ve nefretleri karşısında hem kendileri maddiyat ve itibar boyutlarında son derece büyük hasarlar almış, hem de bu olumsuzluklar karşısında israile sürekli biçimde yaptıkları on milyarlarca dolar yardımları kısıtlamak durumunda kalmıştır. Zira milletlerinin büyüyen tepkilerine sebep olan küçümsenmeyecek derecede önemli etkenlerden birisi de, israile yaptıkları bunca şartsız koşulsuz mali yardımdır. Batı halkları; hem “dünyanın süper gücü, özgürlük ve refahın merkezi” olarak gördükleri büyük devletlerinin siyonist israil karşısında bu derece bir aşağılık kompleksine girmelerini, bir Yahudi devletinin görünürde onları ilgilendirmeyen (!) bir işgal ve soykırım hareketi için onlardan ne kadar ve ne surette yardım emrederse etsin hemen şartsız koşulsuz yerine getirilmesini, yalnızca 7 Ekim ile 2024’ün sonu arasında geçen 14-15 ay içerisinde ABD’nin 22 milyar dolar yardım yapması, üstelik bu gibi yardımları yapan ülkelerde fakirlik ve pek çok maddi sıkıntının hakim olması, yüzlerce uçaklar ve gemiler ile on binlerce ton savaş mühimmatı yardımı yapılması, hasılı tüm o büyük ve güçlü Batı Devletleri’nin israil karşısında süt dökmüş kediye dönmeleri ve on milyarlarca dolar yardımlar göndermeleridir. Bu durum halklarında yüksek bir öfke, şaşkınlık ve tepki yoğunluğu doğurmuştur. Böylelikle bu halklarda Gazze’de işlenen hudutsuz vahşeti umursayacak kadar insani duygudan mahrum bireylerin dahi devletlerini protesto etmek için büyük bir nedenleri oluyor, zulmü engellemek ve soykırımın önüne geçmek için çabalayan merhamet sahibi bireylerin de öfkelerine öfke katılıyor. İşte bu tepkilerden ötürü israilin soykırımını devam ettirebilmesi ve var olabilmesi için hayati derecede muhtaç olduğu destekçileri, ona yardımlarını eskisi kadar serbestçe yapamıyor, ve onu yalnız bırakmak için baskı altında kalıyorlar. İlerleyen aylarda bu baskının daha da artması, Rabbimize duamızdır.
Ve de Filistin’in direniş kalesi mahiyetindeki Hamas’ın askeri kolu İzzeddin El-Kassam Tugayları, 7 Ekim sonrası girilen soykırım süreci boyunca üzerlerine hücum eden cihan güçleri ile yılmadan yiğitçe mücahede etmiş, siyonistlere gerek işgal askerleri, gerek savaş mühimmatı, gerek savaş araçlarından büyük kayıplar verdirerek düşman safında kayda değer bir tahribat meydana getirmekte muvaffak olmuştur. Bilhassa işgal ordusu düzenlediği kara harekatlarında büyük kayıplar vererek başarısız olmuştur. Husiler ve Hizbullah gibi birtakım başka örgütler de israile bazı saldırılar gerçekleştirmiş ise de, bu örgütler çok güvenilir değildir, gerçek niyetleri şüphelidir ve yaptıkları saldırılar da pek etkili olmamıştır.
ABD’de Ocak 2025’te gerçekleşen Los Angeles yangınları, israil için bütün bu felaket sellerinin ardından öldürücü son darbe niteliğindeydi. 40 bin dönümden fazla alan kül oldu, 12 binden fazla yapı hasar gördü veya kullanılamaz hale geldi. Yangınların neden olduğu toplam hasar ve ekonomik kaybın 250 ila 275 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. Bu hadise fevkalade büyük bir ibret tablosu, Allah Teâlâ’nın henüz bu dünyada Mü’minlere bir nusretidir.
İşte bütün bu sebepler neticesinde; zalim ve hunhar siyonist israil, dinmek bilmeyen şeytani katliam hırsını alamadan, henüz kana doyamadan, rezil rüsva bir vaziyette, tüm cihanın güçleriyle küçücük bir örgüt karşısında kaybetmiş, onlarca yıldır kurguladıkları şeytani planları altüst olmuş, dünyada oluşturmak için bir asrı aşkın süredir çabaladıkları nice algıları, Holokost sonrası büründükleri ve her vesileyle kullandıkları “mazlum” kimliğini, Batı’ya hakim kılınan İslamofobi ve Batı medeniyeti algılarını tamamen kaybetmiş, bütün bunların yanında en az kendileri kadar insanlıktan uzak olan lakin hükümetlerinin işledikleri suçların yalnızca kendi ülkelerine maddi boyutta verdiği zararlar ve de esirlerinin halen geri alınamamış olması gibi sebeplerden ötürü kendilerine nefret dolu tepkiler yağdıran kendi milletlerinin, sokaklarını ateşe vererek sürekli gerçekleştirdikleri protestolar ve istifa çağrılarının da altında, dört bir yandan kıskıvrak kapana kısılmış, küresel bir ateş çemberine hapsolmuş vaziyette, “insansı hayvan” diyerek aşağıladıkları ve azgın bir kin besledikleri aziz Gazze halkı ve yiğit Kassam Tugayları ile ateşkes antlaşması imzalamaya mecbur kaldı. Kendi çaresizliklerinden ötürü kabul ettikleri bu antlaşmayı, daha üzerine bir ay geçmemiş iken dahi çok kez ihmal etmiş, çok sayıda Gazze’liyi ve Kassam Tugayı’nı alçakça şehit etmiş, bunun yanında Filistin’in Gazze’den farklı diğer Müslüman yerleşim alanlarında da Mü’minlere çeşitli baskı ve zulümlerini devam ettirmiş, pek çok Filistinliyi sebepsiz tutuklamış, evlerinden alıkoymuştur. Bu alçaklıklarının arkasında yatan sebebi anlamak güçtür, belki de sınırlarını zorluyorlardır ve antlaşmanın bozulmaması için birtakım bahaneler öne süreceklerdir, çünkü henüz antlaşmayı bozmanın kendi yararlarına olmayacağı kanaatindeyiz, ki tek önem verdikleri kendi yararlarıdır. Her ne olursa olsun, bu sürece girmelerine sebep olan çaresizliklerinin yanında pek çok gizli niyetleri ve hesapları olacağı kuşkusuzdur. Gizli kelimesi mübalağadır ki, bu niyetlerini yalnızca madde olarak yazmadıklarını ifade eder, yoksa aklını kullanan herkes niyetlerini tahmin edebilir. Geçtiğimiz her gün böylesi harap olmuş maddiyatlarını, moral ve itibarlarını, bu vaziyetlerini nasıl toparlayacaklarını ve yeniden şeytani emellerini işleme sürecine nasıl girebileceklerini hesap ediyor olduklarında çok şüphe yoktur. Gerçekleşen esir takasları da dünyanın gözünde onları daha da aşağı çekmiş, şerefli Gazze halkını ve Kassam Tugayları’nı da olduğundan da yükseltmiştir. Kendilerine ve halklarına bir seneyi aşkın süredir hayale gelebilecek en vahşi, en cani acıları ve işkenceleri yaşatan ve 47 binden fazla insanlarını katledip milyonlarcasının hayatını altüst eden bir milletin elçilerini karşılayıp esirlerini teslim ederken; adeta bir tören veya festival edasında, esirleri sanki tatilden dönüyorlarmışcasına sağlıklı sıhhatli şekilde getirerek, resimler çektirip ve hatta hediye ile uğurlayarak, el sallayarak göndermeleri, ayrılan israilli esirlerin Hamas’a teşekkür mektupları yazmaları; buna karşılık Gazze’li esirlere ne aşırılıkta işkencelerin reva görüldüğünün zaten dünyaca çok kez görülmek ve bilinmekle beraber yeniden görülmesi, israil hapishanelerinden bir deri bir kemik kalmış, çeşitli yaralarla bezenmiş, ruhları da bedenleri kadar harap olmuş, saçları bembeyaz, ağıza alınmayacak işkence ve eziyetlerden geçirilmiş halde çıkmaları, dünya halkları nezdinde iki tarafın kimliklerini bariz bir şekilde ortaya koymuştur.
İşte bu vesileyle muazzam ehemmiyet arz eden bir sürece girmiş bulunuyoruz. Küfür safının tekrar tekrar hırs ile hücum edip nihayetinde zayıf düşerek geçici ve art niyetli bir “barış” ancak hakikatte bir “mola” antlaşması imzalaması, Siyer-i Nebî’den şu hadiseyi andırmaktadır…
Resûl-i Ekrem efendimiz Mekke’de İslâmiyet’i tebliğ ederken, Mekke’li müşrikler küfrî bir kin ve nefretle kendisine ve etrafındaki az sayıda Mü’mine her tür eziyeti reva görüyorlardı. Nihayetinde efendimiz, ashâbı ile mübarek yurtlarını terk etmeye mecbur kaldı, Medine-i Münevvere’ye hicret edildi. Ne var ki azgın müşrikler Mü’minlere burada da rahat vermeyerek, çeşitli taciz hareketlerine başvurmuş ve savaş için hazırlanmıştır. Nihayetinde patlak veren Bedir Harbi’nde Mü’minlere neredeyse üç katları kadar kalabalık ve savaş imkanları (atlı, silah, zırhlı sayıları vb.) açısından katbekat üstün bir ordu ile hücum ettiler, netice olarak Mü’minler karşısında mağlup olup kin ve nefretleri daha da ateşlenmiş halde geri döndüler. Ardından hemen hazırlanarak yine kat kat üstün harp imkanlarına sahip, Mü’min ordusunun dört katından fazla bir orduyla Uhud Harbi’nde hücuma geçtiler; başta yeniden mağlup edilmiş ve kaçarlarken, bazı Müslümanların Resûlullah’ın emrine itaatsizlik hatalarından dolayı toparlanarak İslâm safına ağır kayıplar yaşattılar, ancak yine yok edemeyerek nihayetinde geri püskürtüldüler. Mü’minler yaşadıkları bütün ağır kayıp ve acıları ihlas, tevekkül, iman gücüyle mübarek sinelerine çekiyor ve her darbeye müteakip daha da güçlü şekilde hemen yeniden kalkıyorlardı. Ve de bu sıralarda Reci’ ve Bi’r-i Mâ’ûne Vakaları gibi hadiselerle çokça civar Arap kabilelerinin ihanetlerine uğruyor, onlarca aziz sahabelerini düşmanın haince hamlelerine gönül yıkıcı şekilde şehit veriyor, başka Arap ve Yahudi kabileleri ile de Mü’minlere karşı ihanet ve saldırı planları sebebiyle harp ediyorlardı. Gözlerini nefret ve kan hırsı bürümüş müşrikler Hendek Harbi’nde de ittifak içindeki çok sayıda kabilelerden oluşan on bin kişi civarı bir orduyla Mü’minlere hücum etmiş, üstelik Mü’minlerin antlaşmalı olduğu ve saldırı beklemedikleri Benî Kureyza yahudilerini de ihanete sevk etmişlerdi. Görünüşte dört yandan ateş çemberine alınmış Mü’minler, “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur.” İlâhi vaadine gönülden iman ederek her müşkilata rağmen sabır ve tevekkül ile mücadele vermiş, Medine’yi müdafaa etmiştir. “Şimdi soğuk savaş başlamıştı. Müşrikler büyük ümitlerle çıktıkları bu seferde çaresizliğe düşmüşler, tutunacak dal arıyorlardı. Hendeği geçmek için yapılan denemeler hep başarısızlıkla neticeleniyor, kuşatma uzadıkça uzuyordu. Bu durumdan bir çıkış yolu olmalıydı. Bu kadar emek, bu kadar hazırlık boşa gitmemeliydi. Böyle bir orduyu her zaman bir araya getirmek ve harekete geçirmek kolay değildi. Şartlar her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor, yiyecekler tükeniyor, Müslümanlar geçit vermiyordu. Rüzgârlar giderek hızını artırıyor, zaman zaman çadırları yerinden söküyor, savrulan kumlar gözleri dolduruyor, askerlere rahat vermiyordu. Geceleri sahra soğuğu kemiklere işlercesine kendini hissettiriyordu. Ümitler, Yahudilerin hıyanetine, Müslümanların gösterecekleri zaaf ve ihmallere bağlanmıştı… …Günler birbirini kovalıyordu. Allah Rasûlü (sav), mücahitlerin durumunu ve hendek boylarını gözden geçiriyor, cihad ruhunu canlı tutuyor, Rabbine yönelip sesleniyor, dualar ediyordu:
“Allah’ım! Kitabı indiren, hesabı seri olan Rabbim! Ahzab ordusunu hezimete uğrat. Allah’ım! Onları perişan et, onları derinden sars!” “ (Şerafettin Kalay, Alemlere Rahmet Olarak Gönderilen Elçi Hz. Muhammed sas) Ne var ki Beni Kureyza Yahudilerinin ilk hamleleri başarısız olmuş, Kureyş ordusunun mağlup olması halinde ihanetlerinin bedelini nasıl ödeyeceklerinin tedirginliği içerisine girmiş ve başka herhangi bir hamle yapmaktan geri duruyorlardı. Daha sonra ise müttefik müşriklerden Gatafan kabilesinden Nuaym ibn Mes’ud (ra), Resûlullah’a gelerek Müslüman olmuş, ardından onun emriyle düşman içine sızarak yahudiler ve müşrikler arasında karşılıklı anlaşmazlık oluşmasına sebep olmuş ve bu müttefiklerin arasındaki ittifak bozulmuştu. “Bu durum, müşriklerin şevklerini kırmış, ümitlerini
yıkmıştı. Tutunmaya çalıştıkları ümit dalları birer birer kopup kaybolurken garip bir rüzgâr çadırları sarsmaya, sökmeye, ocakları söndürmeye, teneffüs edilen havayı tozla doldurmaya, geceleri iliklere işleyen soğuklar taşımaya devam ediyor, hem rüzgârın hem de soğuğun şiddeti artıyordu…” Nihayetinde şevkleri kırılmış, şerli hevesleri kursaklarında kalmış biçimde, yine hor ve hakir halde geri dönmüşlerdi. Yahudiler ile ittifakın bozulmasına müteakip önce Kureyş, sonra Gatafan müşrikleri geri dönme kararı almıştı. “Gatafanlılar, Kureyş’in içinde cereyan edenleri duymuştu. Onlar da tükenmişti. Savaşın bu şekilde uzayacağını hiç hesap etmemişler, hazırlıklarını da buna göre yapmamışlardı. Şimdi hızlı bir dönüş hazırlığı başlamıştı. Kısa sürede toparlanarak yola çıktılar. Belki de onlar Kureyş’ten önce toparlanıp hareket etmişlerdi. Elleri boş, hevesleri kaybolmuş, yurtlarına dönüyorlardı. Allah Rasûlü (sav) şükür duyguları ile dolu olarak Rabbine sesleniyordu:
“Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan, ordusuna izzet ve şeref bahşeden, kuluna yardım eden, onu muzaffer kılan, Ahzab ordusunu tek başına yenen, kendisinden sonraya hiçbir varlığın kalmadığı Ebedi Rabbim!”
Hendek savaşından sonra Mekkeli müşrikler bir daha İslam’ın karşısına düzenli ordu çıkaramayacaktı. Sahih-i Buhârî de yer alan bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü’nün (sav) müşrikler hendek önlerinden çekilip giderken şöyle buyurduğu yer alır:
“Şimdi biz onlara karşı savaşacağız. Onlar bizimle savaşmayacak. Biz onların üzerine yürüyeceğiz.” “
İşte bu zafere ve sonra gelen Beni Kureyza Gazvesi’ne müteakip, maddiyat ve moralleri harap olmuş ve hayli zayıflamış müşrikler, Mü’minler ile Hudeybiye Antlaşması’na varmak durumunda kalmışlardı. Bu antlaşmanın şartları ilk başta Mü’minlerin aleyhine görünse dahi, neticede Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de buyurduğu gibi “Apaçık bir feth”in müjdecisi ve vesilesi olmuştu. Bu antlaşmadan sonra Mü’minler için girilen süreç; büyüme, güçlenme, kalkınma, şevk ve istikrarla yükselme süreci olmuştu. “Genç İslâm devleti, köklerini derinlere doğru indirmiş, bulunduğu zemini sağlam kavramış, gövdesi güçlenmiş, tecrübeler ve imtihanlarla yoğurulmuştu.” “Mekke’de başlayıp Medine’ye intikal eden İslâm nuru oradan dalga dalga yayılmaya başlamıştı. Halka giderek genişliyor, gelen zaman dilimleri yeni ufukları da birlikte getiriyordu. Hudeybiye anlaşması ile belli oranda bir sakinlik gelmişti. Müşriklerle mücadeleden nefes alma ve farklı hamleler yapma imkânı elde edilmişti. Bunların en önemlilerinden biri de Rasûlullah’ın komşu devletlerin hükümdarlarına, eyalet idarecilerine ve kabile reislerine İslâm’a, hakka davet mektupları gönderilişidir.” Seriyyelerin devriye gezişleri azalmış, çoğu tebliğ seferlerine dönüşmüştü. İslam’ın yayılışı hızlanmış, İslam’ı tanıtma gayretleri çoğalmıştı. Seriyyeler kol gezmeye, İslam’ın hem davetini hem de gücünü yeni ufuklara taşımaya devam ediyordu.
“Hayber Hayber ya yahud!
Ceyşu Muhammed (s.a.v.) sevfe ye’ud!
Hayber’i hatırlayın ey Yahudiler, Hayber’i! Muhammed’in (s.a.v.) ordusu dönecek geri!”
Nidalarıyla bugün çokça anılan yahudi kalesi Hayber’in fethi gerçekleşmiş; ardından Mûte harbinde Ashâb-ı Kirâm 3 bin kişilik bir orduyla 100 bin kişilik Bizans ordusu ile günlerce çarpışarak gözlerini korkutmuş ve geri dönmüş, ulvî iman ve tevekkülleriyle muazzam ve destansı bir mücadele sergilemişlerdir. Ve bu nûrani yükseliş devri, Hudeybiye anlaşmasının üzerinden 17-18 ay geçmişken, nihayetinde müşrikler henüz şaşkın ve ne olduğunu kavrayamamış iken Mü’minlerin gelip Mekke’yi fethetmesi ile neticelenmiştir…
Kainatın genel bir düsturu, ondaki varlıkların birbirini andırması, birbirine benzemesidir ki, Cenâb-ı Hak bundan münezzehtir. Yaratılan çok şey arasında bağlantı ve maddi veya manevi, ibretlik benzerlikler görülebilir. Bunun bir tezahürü de tarihin tekerrür etmesidir. İşte günümüzün Filistin hadiseleri, Siyer-i Nebî’yi bu yönden ne çok andırmaktadır. Resûl-i Ekrem efendimiz ve Ashâb-ı Kirâm’ın; müşriklerin bütün maddi üstünlükleri ve zulümleri karşısında yılmadan mücahede etmeleri, dört bir yandan ihanet ve zulüm çemberine alınmış iken dirayet ve tevekkül ile dayanmaları, meydana gelen her acıya sinelerindeki gür iman pınarları ile sabretmelerine; bugün Gazze halkının üzerlerine hücum eden cihan güçlerine karşı bütün zorluklara ve görünüşte imkansızlıklara rağmen müthiş bir ihlas ve tevekkül ile direniş ve mücahededen taviz vermemeleri, dört bir yandan çevrelerini sarmış ihanet ve zulüm çemberi, düşman safının dünyanın hemen hemen bütün önde gelen ve en güçlü ülkelerinin müteffikliğinden müteşekkil olması, sözde Müslüman ülkelerin neredeyse tamamının kendilerini yardımsız bırakmaları ve düşman ile her tür ticaret ve ilişkiyi devam ettirerek yaptıkları hıyanet, yanı başlarındaki sözde Müslüman Mısır’ın Refah kapısını düşman kontrolünde ve emriyle kapalı tutarak onları haince ölüme terk etmesin, Suudi Arabistan’ın israile Yemen’den gönderilen füzeleri imha edecek kadar hıyanette aşırıya gitmesi gibi hadiseler karşısında Rablerine tevekkül ederek dirayetle dayanmaları, meydana gelen her akılalmaz acı ve olumsuzluk karşısında müstesna bir iman kuvvetiyle sarsılmadan dimdik durmaları, direniş ve mücadeleye tavizsiz devam etmeleri ne de çok benzemektedir. Düşmanın şeytani heveslerle İslâm safına ardı ardına saldırması, her defasında getirdikleri maddiyat bakımından kat kat üstün ordularıyla bir avuç Rablerine dayanmış ve maddi bakımdan her tür zor koşul altında olan Mü’min karşısında mağlup olmaları, onların sarsılmaz imanları karşısında galip gelemeyerek vakit geçtikçe kendi hırslı saldırılarının zararı ve yorgunluğuyla maddiyat ve maneviyat bakımından bitap düşmeleri, hayli zayıflayarak Mü’minler ile geçici bir barışa varmaya mecbur kalmalarını; israil ve yandaşlarının 15 ayı aşkın bir süre boyunca kana susamış biçimde bütün maddi manevi gayret ve imkanlarını harcayarak Gazze’ye ardı ardına hücum etmeleri, cihan güçleri ile maddiyat bakımından olağanüstü şekilde üstün oldukları bir avuç Mü’minden müteşekkil Kassam Tugayları’na ve Gazze halkına bir türlü galip gelememeleri, Allah Teâlâ’nın kararttığı kalpleri ve kör ettiği gözleri ile canice saldırarak, aziz Gazze’lilerin ne olursa olsun yılmak yıkılmak bilmeyen dirayetleri ve üstün ihlas ve tevekkülleri karşısında kendilerinde gün geçtikçe artarak meydana gelen maddi manevi tahribatın git gide devasa boyutlara ulaşmasını göremeyecek veya aldırmayacak kadar gözlerini hırs bürümüş şekilde kendi kendilerini zayıf ve bitap düşürmeleri ve Mü’minler ile geçici bir barışa varmaya mecbur kalmaları ne de çok anımsatmaktadır. Ve hatta Hendek Gazvesi’nde müşriklerin en zayıf anında Allah Teâlâ’nın takdir etmiş olduğu şiddetli rüzgar ve soğuklar dahi bugün düşmanın en zayıf anında onlara öldürücü darbe vuran Los Angeles yangınını hatıra getirmektedir. Hudeybiye anlaşmasında görünüşte Mü’minlerin aleyhine pek çok şart bulunması, Mü’minler Medine’de iken Mekkeli Müslümanların kendilerine teslim edilmemesi, sığınanların müşriklere geri verilmesi ve onların elinde eziyet çekmeleri gibi; bugün 19 Ocak’ta varılan ateşkes antlaşması da siyonistlerin pek çok el altından hainliği ile kimi zaman ihmal edilmiştir, zalim siyonistler Filistin’in Gazze harici Müslüman yerleşim bölgelerinde halen Müslümanlara zulmetmeye, sebepsiz esir almaya, evlerini ele geçirmeye ve kimisini yerle bir etmeye devam etmektedir. Ne var ki nasıl Hudeybiye anlaşması apaçık bir fethin müjdecisi olmuş ise, Rabbimizden duamız odur ki, 19 Ocak ateşkes anlaşması da bu şekilde Ümmet-i Muhammed’e apaçık bir fethin, zulüm ve küfür çağının sonunun müjdecisi olur. Nasıl ki Mü’minler o sükunet sürecinde hızla ayaklanmış, güçlenmiş, büyük fethe giden yolda adım adım pek çok zafer kazanmış, nûr-u İslâm’ı dünyaya tebliğ ederek saflarını şehirleri kılıç ve ordularla fethederek değil, gönülleri fethederek genişletmiş ve maddi harp olmadan dünyanın farklı yanlarından on binlerce yeni Müslüman ve İslâmiyet’i kabul eden müttefik devlet
yöneticileri kazanmış ise; işte Rabbimizden duamız odur ki bu ateşkes süreci de; şehirleri 100 bin tonluk patlayıcı yağmurları altında dümdüz edilmiş, şehir altyapıları harap olmuş, maddiyat bakımından fevkalade ağır ve çetin hasar almış ve şiddetli kıtlık, hastalık, soğuk ve benzeri zorluklar altındaki Gazze halkının Allah Teâlâ’nın izni ve nusretiyle, kendi gayretleri ve dünyadan gelecek yardımlarla maddi boyutta yeniden kalkınması ve hızla güçlenerek her açıdan zillete düşmüş düşmanın karşısına geçmesi; ve zaten 7 Ekim sonrası müthiş bir uyanışla zalim Batı devletlerine karşı ayaklanmış ve gönülleri İslâmiyet’e ısınmış milyonlarca, belki yüz milyonlarca insanın, 7 Ekim sonrası muazzam bir hıza ulaşmış İslâm’a girme süreçlerinin daha da süratli ve şevkli bir İslâmlaşma devrine girmesi, İslâmiyet güneşinin cihana böylece yayılmasının başlangıcı olsun. Nitekim Resûl-i Ekrem efendimizin çağında cihana tebliğ mektup ve elçiler ile yapılırken, dijital sahada dünyanın bir ucunda meydana gelen küçücük bir hadisenin bir gün içinde bütün dünyaya duyurulabildiği çağımızda bu tebliği Gazze halkı ve Kassam Tugayları, gösterdikleri muazzam ve akıllara durgunluk veren ihlas, tevekkül, cesaret, direniş, yiğitlik, iman şuuru ile çoktan yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Gazze halkı adeta çağımızın sahabeleri, Asr-ı Saadet’i olmuştur. Bizlerin aklına hayaline sığmayacak zorluktaki acılar ve şartlar altında, İslâm’ı ve Müslümanlığı bizlerden katbekat daha üstün yaşamışlardır, Allah Teâlâ’nın ihsan ettiği eşsiz bir dayanıklılık ile hiçbir zorluk karşısında eğilmemişlerdir. Onlarca evladını şehit verip şehadet parmağını kaldırarak hamd eden anneler, şehit babalarının naaşları yanında “Ben Rabbimden razıyım” diye bağıran küçücük çocuklar, aralıksız bombardımanın seslerini Kur’an-ı Kerim okuyarak bastıran küçük kızlar, evlatlarının parçalanmış naaşlarını poşetlerle taşırken dahi isyan ve rızasızlığın zerresini göstermeyerek tebessüm edenler, her zorluk ve her eziyet karşısında budandıkça güreşen bir çalı gibi gürleşen bu aziz halk, Cenâb-ı Hakk’ın yardımcısı olduğu bir topluluğun dünyaya meydan okuyabileceğini göstermiş, her şart ve koşul altında eşsiz bir dayanış göstermiştir. Kimileri yerle bir olan evlerini ve sokaklarını henüz bombardıman devam ederken temizleyip imar etmiş, Camilerini onarmış, yıkıntıların arasında çoğu Müslüman ülkede görülmeyecek kalabalıklarla cemaatle namaz kılmış, şiddetli bombardımanlar altında ve her gün çok sayıda şehit verdikleri acımasız bir zulmete tabi tutulurken Cuma ve Bayram gibi mübarek gün ve gecelerde bir araya gelerek Rablerinin huzuruna durmuş, kandillerde birbirlerine tatlılar yapıp ikram etmişlerdir. Böylece güzide sabır, tevekkül ve direnişteki kararlılıklarını zalim düşmana ve dünyaya bildirmişlerdir. İşte zulüm ve aşırılıkta “kırmızı çizgi” denebilecek her tür sınırı teperek geçmiş bu hudutsuz vahşet sürecini yakından takip edip her gün seyreden dünya halkları, bu zulmü işleyen cellatlara etiyle kanıyla düşman kesilirken, Gazze halkının her gün sergilediği bu tavırlar karşısında hayrete ve hayranlığa düşmüş, bu sarsılmaz dirayetin ve müthiş kuvvetin nereden gelebileceğini anlama gayesiyle on binlerce kişi İslâm’a yönelmiş ve hidayet ile şereflenmiştir. Aziz ve şerefli Gazze halkı, İslâm’ın izzetini ve hakiki Müslümanlığı bütün dünyaya tebliğ etmiştir. Gayrimüslimlere tanıtmış, Müslümanlara da Müslümanlığın hakikatte ne demek olduğunu hatırlatmışlardır. Avrupa İslamî Kuruluşlar Federasyonu’nun (FIOE) verdiği bilgiyi paylaşan Hindistanlı İslâm vaizi Dr. Zakir Naik, henüz 2024’ün Nisan ayı civarında “İsrail-Filistin savaşı (7 Ekim) başlamadan önce her gün yaklaşık 80 kişi Müslüman olurdu. Ancak savaşın başlamasından beri (sadece Avrupa’da) Müslüman olan sayısı günde 400’ün üzerine çıktı. Sadece Fransa’da iki ayda 20 bin gayrimüslim Gazze’deki videolardan etkilenerek İslam’ı kabul etti.” Diye konuştu. Neredeyse bir sene önce hal böyle iken, şimdi bu müjdeleyici rakamların ne derece artmış olması gerektiğini düşünmek gerek.
İşte İslâmiyet 7 Ekim sonrası dünyaya böylesi nûrani hidayet dalgaları yaymış iken, bu ateşkes sürecinde 7 Ekim sonrası geçen 15 ayda meydana gelen her şeye saati saatine şahit olmuş dünya halklarının, kendi kendini maddiyat ve itibar olarak helak etmiş ve zayıflamış olan Batı devletlerine baş kaldırarak, hakiki bir tebliğine şahit oldukları hak din İslâm’a akın akın gireceklerini ümit eder ve
Rabbimizden niyaz ederiz. Bunun yanında Filistin halkının da yeniden kalkınarak güçlenmesi büyük önem arz eder. Resûlullah efendimiz ve Ashâbı Hudeybiye anlaşmasından sonra güçlenmiş, kuvvetlenmiş, kalkınmış, ardı ardına zaferler ve muvaffakiyetlere nail olmuş, dünyaya İslâmiyet’i tebliğ etmiş, genişlemiş ve nihayetinde, barış antlaşmasının Kureyşlilerce ihmal edilmesi üzerine, düşman safı henüz zayıf ve gafil iken, ne olduğunu anlayamadan ansızın gelmiş ve Mekke’yi fethetmişlerdir. Ve Rabbimizden niyaz ederiz ki; düşman safı son derece zayıflamış, bitap düşmüş, aralarına kargaşa girmiş iken, ABD başkanı Allah Teâlâ’nın takdiriyle sürekli başka gayrimüslim ülkelere sataşıp, savaş açıp kargaşa çıkarır durur iken, Batı ülkeleri iç ve dış sorunlara gömülmüş iken, maddiyatları harap ve itibarları yerle bir olmuş iken; Hamas ve Gazze halkı da güçlenir, kuvvetlenir, kalkınır, yaralarını süratle sarar, dünyaya İslâmiyet’i yayar, büyük fethe giden yolda ardı ardına zafer ve muvaffakiyetlere nail olur ve nihayetinde düşman safı henüz zayıf ve gafil iken, ne olduğunu anlayamadan ansızın gelir ve Kudüs’ü fetheder…
İşte bizler de cihanı saran bu ulvî yükselişten, bu yeniden doğuştan Cenâb-ı Hak indinde bir pay almak için elimizden gelen bütün gayret ve mücadeleyi göstermeliyiz. Zikredilen sebeplerden ötürü Gazze’ye maddi yardım yapmak bu süreçte çok önemlidir. Ateşkesle birlikte sınır kapıları açılmış, alçak siyonistler halen güçleri yettiğince engellemeye ve geciktirmeye çalışsa dahi yardımlar Gazze’ye fevkalade daha hızlı giriş yapmaya başlamış, binlerce yardım tırı girmiş ve İnşallah girmeye devam edecektir. Zalim israilin insanlık tarihinde ender görülmüş şiddet ve boyuttaki amansız saldırıları, Gazze’de devasa hasar meydana getirdi. Altyapının yüzde 88’i tahrip oldu, 161 bin 600 konut tamamen yıkıldı, 81 bin konut oturulamaz hale geldi ve 194 bin konut ise kısmi hasar aldı. Bombardımanların adeta şiddetli bir deprem etkisine neden olduğu bölgede, 216 kamu binası, 42 spor tesisi, 137 okul ve üniversite tamamen, 357’si kısmen yıkıldı. 832 camiyi yıkıldı, 158 cami de ciddi hasar gördü. Yaklaşık 2 bin 800 kilometre uzunluğundaki yol tahrip edildi, ekonomik zarar 38 milyar doları aştı. Sağlık kurumları ile isale ve kanalizasyon hatlarının da ağır hasar aldığı saldırılarda, 34 hastane vuruldu, birçoğu hizmet dışı kaldı. 330 bin metre su şebekesi ile 655 bin metre kanalizasyon hattı saldırılarda kullanılamaz hale geldi. Bu dehşet verici liste malesef ki uzadıkça uzar… Bu çetin zorluklar altında kalmış, yiğit ama yorgun ve yaralı Gazze’li kardeşlerimize mümkün olduğunca maddiyat desteği vermek yaralarını sarmaya gayret etmek, bizlerin ve bütün Müslümanların boynunun borcudur.
Hasılı kelam; ateşkes antlaşması, bu zulmün önüne geçmek için sarf etmekle yükümlü olduğumuz boykot, maddi yardım, zulmü duyurma ve benzeri vazifeleri asla sona erdirmiş değildir, tersine gayretlerimizi artırmamıza vesile olmalıdır.
Bu mühim imtihan günlerinde kendi üzerimize düşenleri yapmakta gayret edelim. Manevi olarak, kardeşlerimizin felahı ve düşmanın bozgunu için çokça dua edelim ve Filistin’deki Mümin kardeşlerimizin acılarını yüreklerimizde duymaya, yüreklerimizin onlarla birlikte yanabilmesine gayret edelim. Bu şerefli halktan kendimize sabır ve şükür dersleri çıkaralım, ibret alalım. Yüz binlerce Mü’min kardeşimiz bizim idrak edemeyeceğimiz acılar çekmişken ve halen dünyada nicesi çekmekte iken, biz başımıza gelebilecek büyük küçük sıkıntılara yakınıp şikayet etmekten, Rabbimizden utanalım. Hesabından korkalım. Maddi olaraksa, bu küresel uyanışa ve İslâmiyet’in yayılışına destek olmak için seferber olalım, bunun için önce kendimiz dinimizi en iyi şekilde yaşayalım, örnek birer Müslüman olalım ve yakın çevremizden başlayarak kendi ülkemize ve sonrasında bütün cihana genişleyen tebliğ sahasında halimizle, fiillerimizle, sözlerimizle İslâmiyet’i yaşamaya, temsil ve tebliğ etmeye gayret edelim. Kendimizi, ailemizi, çevremizi, milletimizi bu ulvî davaya dahil etmek için uğraş
gösterelim. 7 Ekim sonrası akıtılan kan gölünü ve zulmü duyurmaya devam edelim, kendimizi ve çevremizi bilinçlendirelim. Bahsedildiği üzere Gazze halkı, İslâm’ı ve hakiki Müslümanlığı bütün dünyaya tebliğ etmiş, Gayrimüslimlere tanıtmış, Müslümanlara da Müslümanlığın hakikatte ne demek olduğunu hatırlatmışlardır. Ancak ne yazık ki bu süreç içerisinde Müslüman ülkeler ve milletler büyük ölçüde bu imtihandan kalmış, bu tebliğler onlara Gayrimüslimlerden daha az tesir etmiştir. Batı halkları bu soykırım karşısında, hem de bu soykırımın faili olan devletlerin yönetiminde yaşayan halklar olarak, hemen her gün sokaklarda akın akın haykırarak yürüyüp protesto ederken, ne hazindir ki Müslüman devletlerden bu hususta en asgari bir çaba ve duyar gösterme zahmetine giren devlet sayısı çok olmamış, milletler ise çoğunlukla gündelik hayat ve refahlarından zerre miktar taviz vermemiş, zenginlikler içinde keyif çatmış, boykota önem vermemiş, bu soykırım yokmuşçasına davranmış, hatta kimisi ırkçılık gibi çürük zihniyetlere sığınarak destek vereceği yerde şerefsizce düşmanlık yapmıştır. İslâmi hassasiyeti en yüksek olanların dahi gayretleri Batı’daki gayrimüslimlerin gayretleri derecesine ulaşmamış, Allah katında kendi vücutlarının parçası bilip korumak ile yükümlü oldukları kardeşlerine her gün reva görülen hadsiz zulmet onlar için bir çay sohbeti olmaktan pek ileri gitmemiştir. Hakiki manada bu dava için çabalayıp gayret gösteren Müslümanlar azınlıkta kalmıştır. Bizler Allah Teâlâ’nın hikmetini bilemeyiz; o dilediği kişiye hidayet verip dilediğini karanlıklarda bıraktığı gibi, dilediği topluluğa da hidayet verir ve dilediğini karanlıklarda bırakır. Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde de bu hususta “Biz Allah cc dışında kimseden yardım dilemeyiz, o kimi layık görmüşse onu yardıma gönderecektir” diyerek teslimiyetin zirvesini göstermiştir. Rabbimizden duamız Aksa mücadelesine layık olup bu uğurda feda olmanın bizlere de nasip olmasıdır. Toplumumuzun daha kötü vaziyette olması, bizlerin Allah katındaki vazifesini değiştirmez. Bizler göstereceğimiz gayret ile hesaba çekileceğiz, o gayretlerin neticesi Allah Teâlâ’ya aittir.
Boykota sıkıca sarılalım, gerekli ehemmiyeti verelim. Yudumlayacağımız bir kola veya camımıza sıkacağımız bir temizlik malzemesi uğruna ahirette boynumuza zincirler dolamayalım, elimize mazlum kanı bulaştırmayalım. Market alışverişi yapılırken, kıyafet alınırken, her alanda büyük dikkat gösterelim, markasını araştırıp aslını öğrenmeden bir ürün almayalım. Bu hususta hazırlanmış pek çok liste, programlar vardır; bunlardan faydalanalım. Boykot; asırlardır kullanılagelen ve etkinliği pek çok tarihi süreçler ile tecrübe edilmiş ve kanıtlanmış bir harp yöntemidir. Bunu etkisiz ve önemsiz göstermek için ahmakça sözler sarf eden birtakım art niyetli cahilleri, adam yerine koyaraktan muhatap bile almayalım. Gazze’ye, bölgeye yardım ulaştıran kurum ve vakıflar aracılığıyla çokça maddi destekte bulunalım, bağış yapalım. Bu kapsamda faydalı olmak için fikir ve projeler üretelim. İhtiyaç dışı, keyfi harcamalarımızı bu süreç boyunca mümkün olduğunca azaltıp oralara vereceğimiz parayı Gazze’li kardeşlerimize yardıma sarf edelim. Yeni bir masa süsüne, dolap dolusu kıyafetlerimize ekleyeceğimiz yeni bir kıyafete, restoranda pahalı yemeklere sarf edeceğimiz parayı; musluktan damlayan su damlalarını şişe kapağına biriktirdiğini, kumla karış olmuş unu avuç avuç toplayıp ailesine yetiştirmeye çalıştığını gördüğümüz, bunun da yanında her tür sağlık, sığınak, beslenme ve temel insanı ihtiyaçlardan mahrum bırakılmış ve hemen her alanda yardıma muhtaç biçare Filistin Mü’minlerine, onlara bu yardımı sağlayacak kuruluşlara sarf edelim. İHH, Kızılay gibi güvenilir kuruluşlarla bağış yapalım. Dünyanın dört yanında gayrimüslim halklar Gazze’ye destek için büyük fedakarlık ve gayret gösterilerinde bulunurken, yüz binler sokağa dökülürken, biz, Allâh’ın kendilerine Müslüman sıfatını nasip ettiği insanlar, bu sıfatın hakkını vererek bizzat Rabbimizin kendilerinin kardeşlerimiz olduğunu bildirdiği ve koruyup gözetmemizi emrettiği bu mazlum kardeşlerimize reva görülen zulümleri asla gözümüzde normalleştirmemeli, işlenen hudutsuz suçları asla unutmamalı, bu içler acısı ve göz yumulamaz ahvale “alışmış” hale gelmemeliyiz. Her daim onların yarasını kendi yaramız, onlara atılan kurşunu kendimize atılmış kurşun, onların kaybettiği insanlarını kendi
evlatlarımız, kendi kardeşlerimiz, analarımız babalarımız bilmeliyiz. Hiç olmazsa bu şekilde hissetmeye gayret göstermeli, üzerimize düşen maddi ve manevi sorumluluklarda ihmal göstermemeli, hesap gününde safımızı belli edecek, yüzümüzü ak kılacak hayır ve yardım fırsatları arayıp gözetmeliyiz. Rabbimiz; Filistin Mü’minlerine fetihler ve zaferler ihsan eylesin, onları iki cihanda muhafaza eylesin ve yükseltsin. Bu süreci; dünyanın dört bir yanını saran, bilhassa son bir asırda cihana hakim olan küfür ve zulmet karanlığının hidayet güneşiyle yok edilmesine vesile kılsın. Siyonist israil ve yandaşları olan zalim, işgalci, sömürgeci, Allah ve Resûlü’ne düşman, ellerini asırlardır Müslüman ve mazlum kanına bulayan alçak düşmanları dağıtsın, birbirine düşürsün ve yerle bir etsin. Bu ulvî davaya bizleri de nefer eylesin; kör ve sağır kesilenlerden, imtihandan kalanlardan eylemesin. Âmin…
*
Ahmet OSMANOĞLU