
” … Yine onlar” Neden infak edelim?” diye soruyorlar. De ki: ” Bağışlanabilen her şeyden”. . Böylece Allah size mesajlarını açıklıyor ki, tefekkür edebilesin.”
Rasulullah (sav) zamanındaki uygulamaya nazar ettiğimiz zaman savaş söz konusu olduğunda Hz. Peygamberimizin genel seferberlik ilan ettiğini, Müslümanların da atını, devesini, okunu, mızrağını, zırhını , yiyeceğini . ve benzeri şeyleri getirerek orduyu oluşturduğunu biliyoruz.
Çünkü Peygamberimiz zamanında Müslümanların veya alemi İslam’ın günümüz dünyasında olduğu gibi ne düzenli bir ordusu, ne bir maliyesi, ne bir silah deposu vardı.
Elbette ki, ölüm kalım mes’elesi olan bir durumda Müslüman bireyler, fabrika, gemi, kamyon, bağ, bahçe para, ve daha taşınır ve taşınmaz bütün mal varlıklarını gerekiyorsa vermekle yükümlü olurlar. Bu hususta şu ayeti kerimeye nazar edelim:
” Siz ey iman edenler! Bilin ki hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını, ( ürettikleri) bâtıl inanç karşılığı boğazlarına geçiriyorlar; böylece ( onları) Allah’ın yolundan çeviriyorlar. Hem altın ve gümüş toplayarak servet yapıp, hem de onu Allah yolunda sarf etmeye yanaşmayan kimseler var ya: işte onları can yakıcı bir azap ile müjdele.” ( Tevbe sûresi, âyet 34)
Ayette geçen ifadeyi , istismarcı Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Kutsal Kitab’ın üzerine örttükleri hurafeleri gelir getiren bir sektöre çevirerek adamına göre fetva servisi yaptıklarını ve bu amaçla tahrif ettikleri mukaddes metinlerin yerine kendi ” yorumlarını” Allah’a isnat ederek pazarladıklarını bildiren âyetlerle birlikte anlamak gerekir.
Söz konusu sektör, varlığını sürdürebilmek için dinin kaynağına doğrudan ulaşmaya engel oluyordu. Aç gözlü din adamlarının önce vahyi hurafeyle, sonra hurafeyi bedelle takas ettikleri istismar sürecini ele veren anahtar olan bil-batıl ifadesini ” haksız yere” şeklinde karşılamak, işte bu nedenle yetersiz kalmaktadır.
Ehli kitap sektörünün yapmış oldukları cambazlıkları, bizim alaveremize , dalaveremize yansıtacak olursak bir kısım icrai faaliyetlerimiz bulunmakta ve gözlenmektedir ki, tıpkı Yahudi ve Hristiyan rahiplerinin istismarları, dolandırıcılık halleri bizde de mevlid okuyarak para toplama, ölü başlarında Kur’an tilavet ederek çıkar sağlama, mezar başlarında ” ölüyü kurtarma” çirkin eylemelerine tıpa tıp benzemektedir.
Sahabeden Ebu Zerri Gifari’ye nisbet edilen ” Günlük ihtiyaçtan fazlasını yarına bırakmak caiz değildir” anlayışını günümüz dünyasında yaşayan bir insanı bulmamız mümkün değildir.
” İman ( ettiğini iddia) edenlerin, Allah’ın zikrine, yani Hak katında inen vahye karşı, ta kalplerinde ürperti duymalarının vakti hâlâ gelmedi mi? Ta ki kendilerine daha önce vahiy verilip de, üzerlerinden uzun zaman geçtiği için kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar; ki onların bir çoğu yoldan sapmıştır( Hadîd sûresi, âyet 16)
İbn Ömer bu âyeti okuduktan sonra vahiyle diyaloğa girerek göz yaşları içinde şöyle dedi; ” Evet, geldi ey Rabbim!” . Ümmeti Muhammed’in Yahudileşme tehlikesine dikkat çeken âyetlerden biri. Yahudilerin karşısındaki kalp katılıklarını ele alan Bakara 74 ve vahye karşı duyarlılığın zirvesini tasvir eden Enfal 2 ışığında anlaşılmalıdır.
Maalesef, zikredilen bu ayet meallarini tetkik ederken, günümüz dünyasına sarkmamak, nazar etmemek mümkün değildir. Son zamanlarda, ülkemizde meydana gelen kaotik ahlaksızlık midelerimizi bulandırmakta, öfkemizi depreştirmekte ve her daim lanet
edercesine dualarımıza bu soysuzluğa yönlendirmekteyiz.
Şu mübarek Ramazan günlerinde ahlaksızlığın zirve yapması, tomar tomar haram kazançların saymakla bitirilememesi midelerimizi bulandırmakta ve her daim lanete mucip olmaktadır. Böylesi bir ahlaksızlık , ne Emeviye despotluğu zamanında, nede Yezid hengamesinde yaşanmamıştır. Olsa olsa günümüz dünyasında gündemi süsleyen, insanların yüzsüzlüğünü, utanmazlığını ortaya koymaktadır.
Netice olarak;
Utanmazlığa bakınız ki, çoğu ekran sihirbazı ve üfürükçü hurafeciler böyle bir gidişata, hırsızlığa, soysuzluğa aldırış etmemeleri ayıbın ayıbı, edepsizliğin taa kendisidir.
Şu Ramazan günlerinde fıtra ile geçinen, zekat ile maişetlerini temin eden insanlardan hicap duymalı, onların aç sefil çocuklarından haya edilmelidir!..
Son günlerin ekranlarına bakıyorum ve utanıyorum. Çünkü, hırsızlık, fakirin fukaranın malını çar çur etmeler, sefilin, öksüzün, yetimin hakkını zimmetlerine geçirmeleri bu aziz millet evlatlarını canından bezdirmiş, ” aç olanların canı çıksın, ben keyfime bakarım” kepazeliği zirve yapmış durumdadır.
Oysa, böylesi bir handikap anlayışı ne Hristiyanlıkta, ne Yahudilikte, ne Budizm, nede Manihaizm sapkın felsefeselerinde görülmemiş bir gayri ahlakiliktir!. Ancak, bu olsa olsa bizim memleketimizde yaşanır, görünür ve utanmadan yapılır olmuştur.. Ne diyelim? Bunları Yüce Allah’a havale ediyor, onun hışmına uğramalarını niyaz ediyorum.. Selam ve dua ile..
*
Şerafettin Özdemir