
” İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, nede fal bakmak için.
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın; durdun,
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.” ( M. Akif)
Her mes’elede olduğu gibi, ne acı ki, Akif’in Kur’an çalışmalarında da onu anlayamadık, o muhteşem çalışmasını geri plana iterek kendi bildiğimiz hurafi yollarda yürümeye devam etmiş olduk!.. Bin yıllık süreç içerisinde bol bol Kur’an okuduk, ama onu anlamadan okumaya, bin bir hatimler indirmeye devam etmiş olduk. Ne olurdu, aziz Kur’an okuduğumuzda onu anlasaydık, emirlerini, içeriğini hazmetmiş, millet olarak yaşamış olsaydık.
Basın ve yayın alanında, bir Profesör dinledim. Merhum Akif hakkında ileri-geri konuştu, olmadık, insan havsalasını kabul etmeyen Akif düşmanlığı yaptı . Merhum Akif, 11. A. Hamid’e şiir yazması, şahsi, nefsi bir mes’ele olmayıp, o profesörün ileri-geri konuştuğu geriliğe, çağdaş olmayan, Kur’an dışı şeyler idi.. Ayrıca, o profesöre giri Akif, cahil, Kur’an bilmez değildi.. Şu alıntı yazımı dikkatlere sunmak istiyorum:
” Atatürk, yazınsal bir dille Kur’an çevirisi yapılmasını istiyor ve bunun ancak Mehmet Akif Ersoy tarafından yapılabileceğine inanıyordu. Türkçe ve Arapça’yı kusursuz bilen şair Mehmet Akif Ersoy’a, yazınsal bir dille Kur’an çevirisi yapması için 1928 yılında görevlendirildi. Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türkçe dersleri veren Mehmet Akif, Mısır’da Türkçe Kur’an çevirisi üzerinde çalıştı.
1936 yılında siroz hastalığı nedeniyle yurda döndüğünde, henüz tamamlayamadığı için bu çeviriyi yanında getirmedi. Ama Türkiye’ye geldikten altı ay sonra vefat etti. Kur’an çevirisini yanında getirmemesi ile ilişkili olarak çeşitli savlar ortaya atıldı. Birinci sav, Mehmet Akif, KuR’an çevirisini büyük bir özenle sürekli yeniliyor ve Kur’an’ın anlamını iyi aktara bilmek için acele etmiyordu; ama ömrü yetmedi. İkinci sav ise, Mehmet Akif ,yapacağı Türkçe Kur’an çevirisinin Türkçe ibadette kullanılmasını önlemek amacıyla çeviriiyi yapmaktan vaz geçmişti.
Oysa Mehmet Akif’in kişiliğini ve düşüncelerini bilenler için, bu ikinci savın gerçek olmayacağı çok açıktır. Mehmet Akif Ersoy, hastalığı nedeniyle Mısır’dan İstanbul’a gelirken, üzerinde çalışmaya devam ettiği Kur’an çevirisinin taslaklarını oradaki yakın dostu İhsan Efendi’ye emanet etmiş ve ” Ömrüm olurda dönersem, çeviriyi tamamlayacağım; ömrüm olmaz da dönemezsem, eksik olan bu taslakları yak.” şeklinde vasiyet etmiştir.
Kendisine Kur’an çevirisi emanet edilen İhsan Efendi onları yakmaya kıyamamış, hatta bir kopya daha yazarak ciltlemiştir. Fakat İhsan Efendi’nin 1961 yılında vefat üzerine her iki kopyada yakılmıştır. Ama Mehmet Akif’in ” şapka giymemek için Mısır’a gittiğini” bile söyleyebilen Cumhuriyet düşmanları, ” Yapacağı Kur’an çevirisinin Türkçe ibadette kullanılacağını anladığı için çevirisinin taslaklarını yaktı.” diyerek, Kur’an aydını olan bu insana iftira atmışlardır. Oysa ki bu taslaklar, Mehmet Akif’in ölümünden yirmi beş yıl sonra ve emanet ettiği kişi tarafından değil; onun mirasçıları tarafından yakılmıştır.
Mehmet Akif Ersoy’un damadı olan Ömer Rıza Doğrul, şöyle yazıyor: ” Mehmet Akif, altından kalkılamayacak derecede büyük ve ağır olan bu işe bütün varlığını vermiş ve işin büyüklüğü karşısında, altı yedi yılı eriyip gitmişti.
1932 yılında Mısır’a giden Kuvay-ı Milliyeci gazeteci Eşref Edip, Mehmet Akif’in yazdığı Kur’an çevirilerini okuduğunu ve hayran olduğunu söylemiştir. Mehmet Akif, Eşref Edib’in çıkardığı ve Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’e büyük destekler veren Sebil-ür Reşad isimli derginin baş yazarıydı. Mehmet Akif Ersoy’un , Milli Mücadele yıllarında Balıkesir Zağanos Paşa Camisi’nde verdiği vaazlar, Sebil-ür Reşad dergisinde basılarak Anadolu’ya dağıtılıyordu.
Atatürk’e ve Milli Mücadele’ye verdiği büyük destekler nedeniyle İstanbul Hükümeti tarafından Dar-ül Hikmet’il İslamiye’deki- Yüksek İslam Kurulu- görevinden uzaklaştırıldı. Atatürk, İlk Türkçe hutbeyi 7 Şubat 1923 günü bu camide vermiştir.
TBMM. ne Burdur Milletvekili olarak giren Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet’in bütün devrimlerine içtenlikle bağlı kalmış, kıyafet Kanunu’na uygun kravatlı takım elbiseler giyecek ve torunlarını da aynı şekilde giydirerek şekilde giydirerek fotoğraflar çektirmiştir.
Mehmet Akif’in ne kadar aydın bir Müslüman olduğunu iyice anlayabilmek için, Balıkesir Zağanos Paşa ve Kastamonu Nasrullah camilerinde verdiği hutbelerinden de bir alıntı yapalım: ” Müslümanların hepsi cahil, Arap’ı cahil, Türk’ü cahil, Kürt’ü cahil, Arnavut’u cahil, hepsi cahil . Aman Yarabbi! Kur’an ne söylüyor , biz ne anlıyoruz.
Biz cehaletimiz yüzünden dinimizi bu hale getirdik; din de bizi bu hale getirdi. İslam idini bir uyuşukluk dini oldu. ” ( Elektrikler Kesikti Çalışamadık Allah’ım , Ali Rıza Safa , Hermes Yayınları, sayfa 24-25-26)
Netice olarak;
Merhum Akif, Kur’an aydını bir Müslümandı. Ama, yukarı satırlarda ifade edildiği gibi bizler Müslüman millet olarak onu okumadık, sadece ölüleri kurtarma aracı yapmış olduk. Dolayısıyla , Kur’an’ı anlayarak okuyan, yaşayan Müslümanlar tel’in edildi.. Hatta bu tel’inlere bir kısım Prof. olmuş kimselerde iştirak ettiler.. Aslında bunlar II. A. Halmid hanı da bilmiyorlar ve sevmiyorlar..
Bunların İslam anlayışı tamamen, Emeviyye hanedanını övmek, medhü sena etmek, Ehli Sünnet adına Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin (ra) düşmanlığı yapmaktır!.. Bu sebepledir ki, Akif, bunlara göre ” Ehl-i Sünnet ” dışı olarak lanse edilmiştir.
Yani, bunlar istiyorlar ki, İslam, Kur’an çağa hitap etmesin, gelişen şartlara göre vaziyet almasındır.. İslam’ı, mezar dini ilan ederek, öylece kirli ve menfur emellerine alet edilsin.. Dolayısıyla,
Merhum Akif’i bir kere daha rahmet ve minnetle anar, makamının cennet olmasını Rabbimden niyaz ederim. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir