” Yarattıklarına benzemekten münezzeh, mutlak aşkın ve yüce O ( Allah) ki, kulunu gecenin bir vaktinde Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya , âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye yürüttü: zira O, evet sadece O’dur her şeyi işitip gören. ” ( İsra sûresi, âyet 1)
Aziz peygamberimizin İsra ve Miraç mes’elesini kimi alimler, hem bedenen hem de cesetle vaki olduğunu iddia ederlerken, kimileri de ruhen ve rüya aleminde tahakkuk etmiş olduğunu öne sürmüşlerdir.
Mes’elenin nereden ve nasıl uyuşmazlık kaydettiğini Kur’an’a havale etmeyen insanlar, durumu içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir.
Evvel ki gün kılınan cuma namazı vaazında hoca efendi, kılmış olduğumuz namazı Miraçla irtibatlandırmış, Amenerrasulu ayetlerini Miraca götürmüş ve dinleyen insanları anlamaz, bilmez, okumaz duruma sevketmiştir. Binaenaleyh;
” Her peygamberin miracı var. Her peygamber, hayatlarının ” bittim” noktasında miraçla teselli edilmiştir. Peygamberlerin ” bittim” niyazı ” abduhu: O’nun kulu” gerçeğinin, Allah’ın ” yettim” mesajı ” rasuluhu: O’nun elçisi” gerçeğinin ifadesidir. Aslında miraç, peygamber gayretine sunulmuş ilahi bir teselli armağanı, manevi bir hediyedir.
Ademoğlunun sembol atası Adem’in miracı Allah’a karşı hatasından dolayı yaşadığı hüznün zirvesinde gerçekleşti. Af müjdesini işte böyle bir miracın sonunda almıştı. Kur’an’ın ifadesiyle ” Adem Rabbinden kelimeler almış/Adem’e Rabbinden kelimeler ulaşmıştı.” ( ayet iki anlama da açıktır.). Tevatüre göre bunun mekanı Arafat idi. Arafa, yani marifet, yani kendini/haddini /kadrini bilme mekanı. Zaten insan ucunda marifet yoksa, niçin ” yükselir”, nice yücelir, nasıl miraç eder ki?
Nuh peygamberin miracı hüznünün zirvesinde gerçekleşmişti. Bir insanın şu dünyada yaşayabileceği en uzun ömrü tasavvur edin. İşte o, çocukluk süresi hariç, böyle bir ömrü davet yolunda harcamış, fakat li-hikmetin, ancak bir avuç insana ulaşabilmişti.
Onlar arasına onca çabasına rağmen bazı yakınlarını katamamıştı. Karada gemi yapma emri, onun miraç hediyesiydi. Tufan tuğyan ehli için bir felaket haberi, iman ehli için bir kurtuluş müjdesi oldu.
İbrahim peygamberin miracı ateşin içinde gerçekleşti. O kendisine yardım için gelen vahiy meleğine, işte bu ruhi yüceliş sayesinde ” Rabbim bana yeter” diyebilmişti. Hiçbir ateşin böylesine saf bir aşk ve imanı yakamayacağının örneğini ortaya koydu.
Oğlu İsmail kurban edilirken, Yusuf peygamber kuyuya atılırken, Yunus peygamber denizden kurtulurken, Musa peygamber büyütüldüğü saraya peygamber olarak atanırken, İsa peygamber düşmanları kendisini astıklarını sanırken miraçlarını yaşadılar.” ( Sözün gücü mü, gücün sözü mü? M. İslamoğlu, say.121-122)
Bu ifadelerden anlıyoruz ki, her peygamberin hayatıında miraç hadisesi bulunmaktadır. Son ve ahir zaman peygamberi Rasulullah (sav)’de, İsra yolculuğu yapmış, Kur’an ayeti ile beyan buyurularak ümmeti bilgilendirilmiştir.
Lakin, üzüldüğümüz husus şudur: Miraç olayı kimi zaman saptırılarak, hikaye içerikli duruma düşürülmüştür. Oysa, aziz İslam, her türlü hikayeden, şişirme ifadelerden uzak ve beri bir dindir.
Örneğiin, elli vakit mes’elesi, Rasulullah (sav)’in Hz. Musa ile karşılaşması beyanı tamamen abartılmış bir hikayedir. Daha doğrusu, bu tür hikaye türü miraç mes’elelerini içimizdeki küçük küçük gruplar, hizipler ve hocaları dillendirmekte ve dile getirilmektedir. Halbu ki,
” Sübhan, ” aşkın olanı aşkın bilmek, yüceliği takdir etmek ” anlamında , vahyin muhatabının Allah tasavvurunu inşaya yönelik bir anahtar kavramdır.
İsra ile ilgili bir âyetin başında gelmiş olması hayli anlamlıdır. Çünkü İsra, Hz. Peygamber’e ruhanî alemde yaptırılan sırlarla dolu bir yolculuktur.
Hz. Peygambe’in yaşadığı bu çok özel tecrübenin niteliğini ancak o tecrübeyi yaşayan bilir. Bu ruhani yolculuk üzerinde yapılacak spekülasyonlara üç âdet sınır çizen âyet, bu tecrübenin zihin tarafından tasvir edilmesi ve yorumlanması sırasında, Allah’ın mutlak aşkın ve tüm beşeri niteliklerden beri olan yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme ve indirgeme teşebbüsünü daha baştan reddetmeyi amaçlar.
Hz. Peygamber şöyle açıklar: ” Allah’ın her tür olumsuzluktan uzak bilinmesidir.” ( Taberi) ( Kur’an Meali)
Binaenaleyh, aziz kitabımız Kur’an’ın hiç bir ayeti kerimesinde ” Mearic” kelimesi hariç, doğrudan miraç kelimesi geçmemektedir.
Lakin, miraç kelimesi geçmemesine rağmen, beş vakit namazın miraçta farz kılındığı ifade edilmektedir. Ayrıca, miraçta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara’nın son iki ayeti de sayılmaktadır. Oysa, Bakara suresinin son iki ayeti kerimesi Medine’de nazil olmuştur.
Tüm bunlar nereden ve nasıl kaynaklanmakta biliyor musunuz? Kur’an okuyup sevabını ölülere yada dirilere bağışlamak demek, yemek yiyip tokluğu Afrika’daki açlara bağışlamaya benzediği için mübarek ayeti kerimelerden müstefid olamıyoruz.
Sözün burasında, ruhu ile olan isra hadisesi hakkında Hz. Aişe (ra) şöyle buyurmuştur. ” Allah’ı Elçisinin cesedi yerinden kaybolmadı , fakat o ruhuyla seyahat ettirildi.” buyurmuştur. Zaten Peygamberimiz (sav) ” Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz” mübarek sözleri mes’eleye açıklık getirmektedir.
Netice olarak,
Ruhen İsra ve miraç yapan peygamberimizin bedenen bu yolculukları yapması bilen, okuyan, araştıran, Kur’an’la hem dem olan alimlere göre uzak bir ihtimaldir.
Diğer taraftan miraçla anlatılan, söylenen menkıbeler, rivayetler kitabımız Kur’an’la ters görülmekte, insan idrakini, akıl ve ilim sahiplerini tedirgin etmektedir.
Bu tür konuları incelerken, Rasulullah (sav)’in ” Kul ve Rasul” olduğunu kat’iyen aklımızdan, zihnimizden uzak tutmayalım.
Varsın, Hristiyan alemi, İsa (as)’ı göklere uçursunlar, kaçırsınlar,. göçürsünler, bizler ehli Müslüman olarak iddia ediyoruz ki, Rasulullah (sav) insanlar arasında yaşamış, onlarla oturmuş, sahabesi aç kalmışsa kendisi de açlığı, yokluğu tatmış bir evrensel insandır…
Son sözler olarak, gecenin mübarek olmasını, her türlü hurafi hallerden uzak kalınmasını istirham eder, yapılan ibadetlerin makbul ve kabul olmasını niyaz ederim.. Selam ve dua ile..
**
Şerafettin Özdemir