” Siz ey iman edenler! Oruç tıpkı sizden öncekilere olduğu gibi size de yazıldı; belki bu sayede takvâya erersiniz!” ( Bakara sûresi, âyet 183)
Bu ayeti kerimenin kısa yorumu şöyledir:
” Bu cümle orucun gerekçesini teşkil eder. Zira oruç aç kalmak değil, ruhu beslemektir. Oruç tutmak kendini tutmaktır. Oruçlu başını dik tutmak ister; imanını diri tutmaktır.” ( Kur’an Meali)
Hamdü sena olsun ki, on bir aydan beri Ramazan ayının mübarek yolunu gözlüyor, hasretle, aşkla ve imanla onun teşrifini bekliyorduk!..
Çünkü, gönlümüz, ruhumuz, iç dünyamız bunalmış durumdadır. Bir tarafta kendi vatanımızda zor, dar günler yaşarken, diğer taraftan da Gazze’de ve dünyanın orasında burasında zor günler yaşayan Müslümanların haline üzülüyor, kahrı perişan oluyorduk.
Filistin topraklarında mini mini çocukların aç, biilaç şehid edilmeleri, annelerin ırzlarının payimal oluşu, evlerin yıkılışı, ekmek, yiyecek bulunmaması, bu duruma Türkiye dışında hiç bir milletin nazar etmemesi midemizi bulandırıyor, içimizi, gönlümüzü nefret duyguları kaplıyordu.
Nazizm, bütün çıplaklığıyla, kan emici haliyle nüfuz etmiş, Musa’nın torunlarına karşı Firavun milleti elini koluna sallayarak bir avuç masum, günahsız sabi sübyanın üzerine envai çeşit silahlarla ölüm kan kusmaya devam ediyordu.
Diğer taraftan, camilerimizde hummalı bir çalışma göze çarpıyor, daha çok sevap kazanırız ümidiyle hatim okuyucusunun savtına, sedasına dikkat kesilmiş iken, Kur’an’ı, anlamsız, işlevsiz sese boğuyor, sevabı seste, savtta arıyorduk.
Oysa, bilemiyorduk, alışılmışı yıkamıyor, bir kenara iterek aziz Kur’an’ın emirleriyle milleti buluşturamıyorduk, daha doğrusu emirlerinin anlaşılmasından korkuyorduk.
Kur’an’ın anlaşılması yerine, proğram arasında mevlidden bir bahir, Süleyman Çelebi efendiden bir fasıl geçiyorduk. Kur’an’ı okurken, mümkünse sık sık öpüp öpüp başımıza koyuyor,akşam iftardan önce TRT’de sunulan ” Kur’an’ı güzel okuma yarışmasına” dikkat kesiliyorduk.
Maalesef, proğram bitiyor, ” Kellim kellim la yenfa” dercesine hafızın sesi, gırtlak yapısı hatırımıza düşüyordu. Ama, ne okudu, nelerden bahsetti, kime faydası oldu, bunu kat’iyyen düşünemiyorduk. Şu alıntı yazımıza dikkat kesilelim:
” Kur’an ellerinde, dillerinde , gönüllerinde ve dahası hayatlarındaydı. Onlar önce Kur’an’ı öldürüp , sonra doğum ayını kutlamıyorlardı. Her Ramazan’ı , vahiyle yapılan bir yıllık sözleşme biliyorlardı.
Kur’an onların tasavvurlarını, akıllarını ve şahsiyetlerini inşa eden bir özneydi. Onlar ise hayatı, hayatın yıkılan, tahrip edilen , tahrif edilen alanlarını inşa eden birer özne…
Senin hoş bulduğun nesiller, hayatın hangi yatakta akacağını kendileri belirliyorlardı. Başkalarının belirlediği yataklarda çer çöp gibi akmıyorlardı.
Onlar hayatın kölesi değil efendisiydiler… Onlar, mallarının kölesi değil efendisiydiler… Onlar şartların çocuğu değil anasıydılar! Çünkü şartları onlar doğururlardı… Ve sen yine geldin, hep olduğun gibi yine hoş geldin. Fakat, biliyorum ki hiç hoş bulmadın, on yıllardır hatta yüzyıllardır bulmadığın gibi… Kim bilir bu hoş bulmadığın on yıllarda, yüz yıllarda ne vahim bir ne vahim halde buldun mü’minlerini? Kim bilir ne acılara, sancılara, yangınlara, kundaklamalara şahit oldun? Ne yaralar ne yaralı yürekler gördün?” ( M. İslamoğlu, savaş kesmeyen sözler, say.227-228)
Umarız ki, bu mübarek ayı dolu dolu yaşayacağız!.. Boynu bükük Gazze’nin dramı bitecek, Aziz Kur’an’la milletin arasındaki uzaklık bitecek, bir anlayış doğacak, camilerimizde her okunan hatim geleneğinin ardından birde Türkçe anlatım başlamış olacaktır!.
Gurbette kılmış olduğum cuma namazında hoca efendinin Türkçe hatim okumak için saat verdiğini, insanların o saatte toplanmalarını salık verdiğini bizzat duymuş oldum… İçimden tebrikler Hocam! dedim..
Netice olarak;
2024 yılı Ramazan ayında farklı bir oruç ayı yaşamış olacağız!.. İnşaallah!.. Gazze trajedisi bitecek, mazlumların göz yaşları dinmiş olacaktır!..
Milletçe birlik ve beraberlik ruhu içerisinde yekvücud olarak bir Ramazan idrak ederek, zekatlarımız, fıtralarımız, fakirlerin hakları bilfiil yerine teslim edilecektir.
Bu ramazan ayında direkler arası türü nahoş icrai eylemlere tevessül edilmeyecektir. Çünkü, namaz saatlerinde çenginin, artistin hoplaması, zıplaması saati değildir.
İftar toplantılarına fakir fukarayı davet ederek, onlarla haşir neşir olacağız!.. Her varlıklı bireylerimiz, sofralarına maddi yönleri zayıf olanları davet ederek, Osmanlı usulü, yemek faslından sonra onların ” Diş kiraları” ödenmiş olacaktır..
Camilerimiz çocuklarla şenlenecek, onların gürültü çıkarmalarına güler yüzle karşılık verilmelidir. Hanım cemaatler, hoca efendilerin gerekse asli şekilde okumalarına gerekse Türkçe hatim indirmelerine iştirak ederek, bilgi sahibi olacaklardır!..Ve sevap kazanacaklardır!.. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir