DOĞUMUNUN 120., HAKK’A YÜRÜMESİNİN 41. YILINDA
ÜSTAD NECİP FÂZIL KISAKÜREK – III
(Doğumu: 26 Mayıs 1904 – Ölümü: 25 Mayıs1983)
Yazı serimizin ikinci bölümünde Necip Fâzıl’ın “Türk, Türk milleti ve Türklük” hakkındaki görüşlerini ve “Türk milliyetçiliği” konusundaki düşüncelerini eserlerinden, şiirlerinden ve makâlelerinden örnek vererek tafsilatlı olarak ifâde etmiştik. “Türk-İslâm Ülküsü”nü[1] rehber edinen ülkücüler de milliyetçiliği; sosyolojik, psikolojik ve ilmî bir âidiyet ve millet temeli üzerine binâ olan içtimâî bir hakîkat diye tanımlamışladır.
Fakir de, Üstad gibi İslâm parantezinde yorumladığı Türk milliyetçiliğini; Ötüken’den yola çıkıp Mekke’nin Tevhîd nûruyla yıkanan, Türk’ün ruh kökü üstünde yükselen, medeniyet tasavvuru ve millî kültür anlayışına göre biçimlenen, yaşama üslûbumuzun oluşturduğu turkuaz renklerle telvîn edilen; ahlâk, edep, vakar ve cihat ölçüleriyle şekillenen, İ’lâ-yı Kelîmetullah dâvâsına hizmet etmek için ümmet içindeki milletler arası fazîlet yarışında önde olmayı ve Ay-Yıldızlı bayrağımızı yeni ufuklara taşımayı amaçlayan millî bir mefkûre olarak târif etmektedir.
Fakire göre millet ise; imânın, kanın ve duyguların yoğurduğu, dilin yaşattığı, uzun bir tarihi süreç içinde müşterek kıymet hükümlerinin şekillendirdiği, aynı kaderin paylaşılıp, aynı sevinç ve elemin müşterek duygularla yaşandığı, şehit kanlarıyla vatan kılınan topraklarda beraber yaşama irâdesi ve geleceği birlikte inşâ etme düşüncesiyle ortak ideâllerin hayat bulduğu, millî kültürün ve medeniyet değerlerinin biçimlendirdiği, “nesep asabiyesi”nin[2] çok üstünde yer alan ve çok daha geniş içtimâi bir gerçek olan “sebep asabiyesi”nin[3] mensubiyet şuuruna dönüştüğü irâdî bir topluluktur. Türk olmak ise rahmetli Mustafa Çalık’ın ifâdesiyle; “Ne etnik bir grubun adı ne de hayâli ve farâzî bir tasavvur olup, Türk soyundan gelenlerin inhisârında olmayan kültürel, târihî, coğrafî, sosyolojik, rûhî ve medenî bir mukadderat ve müşterek bir hüviyettir.”[4]
Hemşerisi olmakla müftehir olduğum Üstad Necip Fâzıl su katılmamış bir Türk olup, Ehl-i Sünnet îtikâdının en fedâkâr mümessili olan ve Î’lâ-yı Kelîmetullah Dâvâsı için en fazla şehit veren mücâhit Türk milletine her türlü ırkçılık düşüncesinden arınmış tertemiz bir ruhla bağlı olduğunu sık sık dile getirmiş ve “Kanlı Sarık” isimli tiyatro eserinde;
“Ne Haçlı ne Şaman Türk
Müslüman, Müslüman Türk
Ölümsüz, kahraman Türk
Yeni yurtta yaman Türk
Her şey Türk’tür orada
Mekân Türk’tür, zaman Türk!”[5]
dizeleriyle Türk milletinin fazîlet ve inanç değerlerini, cesâret ve celâdetini şiir diliyle de terennüm etmiş, Türk; “İslâmiyet’i kabul ettikten sonra gerçek Türk’ü bulan Türk”tür[6] demiş, Türklüğün Müslümanlıkla eş anlamlı olduğunu mükerreren söylemiş ve “Sakarya Türküsü” şiirinde “Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur”[7] diyerek âsumânı inletmiş olan bir Türk milliyetçisidir.
Ancak Necip Fâzıl Kısakürek’in Türk milliyetçisi olduğunu inkâr eden veya bu yönünü görmek istemeyen “Sait Halim Paşa ve Mehmet Âkif gibi vatan ve millet sevdâlısı klasik İslâmcıların şerefli fikrî ve ahlâkî mirasını taşımayan”[8] günümüzdeki post modern siyasal İslâmcı takımı, Üstad’ı ideolojik amaçları doğrultusunda milliyetsiz, soysuz-sopsuz ve beynelmilelci birisi olarak görmek, göstermek istemişler ve gerçek Necip Fâzıl’ı yok edip, bunun yerine ‘kendi kafalarındaki Necip Fâzıl figürünü’ inşâ etmek için çalışmışlardır. “Kafalarını, gönüllerini Acem ellerinde ‘Lânetullah’lar eliyle estirilen rüzgârlara kaptırmış, ‘devrim’ sarasına kapılmış ve ‘Türk’ün ruh kökünden kopmuş”[9] olan bugünkü bâzı İslâmcı takımının gaflet ve dalâlet içinde takdim etmek istediği gibi Üstâd, milleti ve milliyeti hiçbir zaman reddetmemiş, kitaplarında, konuşmalarında ve yazılarında Türk, Türklük, Türk milleti ve Türk milliyetçiliği ifâdelerini her zaman ve her zeminde tereddütsüz kullanmıştır.
Günümüz newzuhur siyasal İslâmcıları; ruh ve kültür temelli müspet milliyetçiliğin kavmiyetçilik ve ırkçılık olmadığını -Ülkücü gençliği takdir ettiğinde ‘Bunadı!..’ (!?) dedikleri, Hakk’a yürümesinden sonra ‘Üstâd’ diye yeniden keşfettikleri (?)- “Yirminci Asrın ‘Çile’ Harmanı”nın yazdıklarını tekrar tekrar okuyup hakkıyla öğrenmeleri, akıl, iz’an, vicdan ve şuur plânında idrak etmeleri gerekir…
Necip Fâzıl; “Türk milleti” tâbirini, sözde İslâm kardeşliği adına “şövenizm ifâdesi” olarak algılayan, Müslümanlık adına Türklüğü yok sayan “mukaddesat tüccarı”[10] politik hokkabazlara, “Türk’ün rûhuna musallat olan mânâ barbarları, Allah ve Resûlü’nün düşmanları”[11] olan ateist ulusalcılara, bir başka ifâdeyle millî (?) münafıklara, yâni Türk’ü İslâm’dan, İslâm’ı Türk’ten tasfiye etmek isteyen her türlü gayrı dînî ve gayrı millî akımlara, milliyetçiliği kavmiyetçilik zanneden, ancak başka etnisitelerin ırkçılığını yapmayı kendilerine hak gören, ancak milliyetçiliği reddeden beynelmilelci siyasal İslâmcılara, bölücülere ve “kaba yobaz-ham softa”lara da milliyetçilik dersi vermiştir. Üstâd’ın rahlesinden geçtiğini söyleyen, ancak Türk kelimesini kullanmayı günah ve ırkçılık zanneden birilerinin dikkatine sunmak istediğim şu ifâdeler de Necip Fâzıl’a âittir: “Türk vatanının, yalnız Müslümanlar ve Türklerle meskûn, yalnız Müslümanlardan ve Türklerden ibaret bir hâle gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştanbaşa temizlenmesi için her tedbir alınacaktır. Temizlenmesi gereken başlıca hain ve muzlim unsurlar: Dönmeler ve Yahudilerdir. Dönmeler ve Yahudileri takiben, haklarında hıyanet tabirini kullanamayacağımız hâlde, din ve ruh ayrılıklarından dolayı iklimlerimizden uzaklaştırılmaları gereken Rumlar, Ermeniler ve sair ufak tefek topluluklar gelir.”[12] Eğer bu sözlerin altında ülkücü bir liderin, Alparslan Türkeş’in ya da Muhsin Yazıcıoğlu’nun veya Nihal Atsız’ın, Gâlip Erdem’in ismi yazılmış olsaydı, bâzı newzuhur siyasal İslâmcılar onların ne ırkçılığını ne de faşistliğini bırakırlardı…
Necip Fâzıl’in fikirleriyle yoğrularak bugünlere geldiklerini, O’nun öğrencisi olduklarını iddia edip Türklüğü etnik bir kimlik olarak gören, konuşma ve yazılarında “Türk” dememek için bin bir türlü manevra yapan, sürekli ülkemizdeki etnik kimliklerden bahseden ve özellikle “Kürt” etnisitesini öne çıkartmanın demokrasinin ve insan haklarının bir gereği olduğunu söyleyen bölücü sempatizanı “vatanı, bayrağı, milleti, devleti kabul etmeyen”, Türk milliyetçiliğini kavmiyetçilik gören, ancak “etnik fitne”ye çanak tutan aklı evvel siyasal İslâmcılara şunları sormak istiyorum: Bu vatanda yaşayan insanların ortak ismi ve kimliği olan “Türk milleti” kavramını ırkçılık olarak görüp reddetmenin, Türklüğü yok sayıp anayasadan çıkartmaya kalkmanın; “müspet milliyetçilik” yerine sürekli etnik kimliklere vurgu yapmanın, yâni “menfî milliyetçilik” diye tesmiye olunan kavmiyetçilik / ırkçılık temelinde siyaset yapmanın bölücülük ve ayrımcılık olduğundan haberiniz yok mu acaba? Sosyolojik bir gerçek ve bu toplumun müşterek kimliği olan “Türk milleti” kavramını öne çıkartmak varken; Türkiye’de Kürt, Arap, Boşnak, Pomak, Arnavut, Gürcü, Çerkez, Laz, Roman vs. gibi kavmî aidiyetlere vurgu yapmanın ülkemizi bölüp parçalamak isteyenlerin değirmenine su taşımaz mı? Farklılıklarımız zenginliğimiz olup, bir kilimin renk ve desenleri gibidir. Ancak müşterek değerlerimize ve ortak kimliğimize vurgu yapmak, bir ve beraber olduğumuzu anlatmak dururken, sık sık etnik kökenleri öne çıkartmak ve “nesep asabiyesi”ni kışkırtmak ırkçılığın dik âlâsı değil midir? Bu vatanda yaşayan insanların genel, sosyolojik, hukûki ve medeniyet kültürü olarak müşterek ismi ve resmî adı “Türk milleti”dir. Üstâd bu konuda da şunları yazmıştır: “Bizim anladığımız milliyetçilikte rûhî muhtevâ esastır; ondan sonra ona bağlı millî tecellîler ve tahassüsler, bizim milliyetçiliğimizin tablosunu çizer. Namık Kemal Arnavut’tur. Ama ırk meselesi, şuradan doğabilir ki Arnavut’u, Çerkez’i, Kürt’ü, hepsi Müslüman olarak nazarımızda müsâviyken, bunlar kendilerini İslâmî ölçü dışı bir nisbetle bizden koparıp da infirada, ayrılmaya doğru giderlerse o zaman her birinin, Arnavutluğu, Çerkezliği, Kürtlüğü ayrıca kabahat olur. İşte o zaman Türklük girer araya. Ve dine hizmet noktasında nefsine imtiyaz arayabilir. Biz buna kabahat demeyiz o takdirde… Nitekim Akif de Arnavut’tur ama ciddi bir Müslüman ve Türk’tür nazarımızda…”[13] Necip Fâzıl, 56 yıl önce kaleme aldığı bir başka yazısında da “Türk topraklarından birer Kürdistan ve Ermenistan payı çıkarılması için Amerikalı ve İngilizlerin hatta Rusların bile mutâbık göründüğü bir hengâmede şu kontr gerilla çekişmesi evet hâlâ kurtulamadığımız ufaklık ve pespâyelik felâketinin hazin bir tecellisidir.”[14] demiştir. Ve Necip Fâzıl bütün bu sebepler dolayısıyla da İslâm’a ve Türk milletine yapılan saldıranlara karşı bir ömür bitip tükenmez bir enerjiyle mücâdele etmiştir.
* * *
Necip Fâzıl; “Âsım’ın Nesli” olan Ülkü Ocaklı gençlerin “dîn ü devlet, mülk ü millet” için 1980 öncesi küfre ve komünizme karşı verdiği mücadeleden; “Onlar”ın “Kanımız aksada zafer İslâm’ın” sözünü kanlarıyla yazıp canlarıyla mühürlerken; “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun”[15] demelerindeki îman, ihlâs, sadâkat, samimiyet, mücâhede, celâdet ve cesaretten dolayı takdir etmiş, ülkücüleri yazılarıyla ve konuşmalarıyla desteklemiştir. 18 Mart 1978 günü İstanbul Ümraniye’de TİKKO militanları tarafından işkence edilerek vahşice öldürülen 5 ülkücü işçinin şehâdetinin ardından Necip Fâzıl’ın yazmış olduğu “Ülkücüler Olmasaydı” başlıklı makâlesinde; “Mücerret ruh diplomalarını bağlamak zorunda oldukları aksiyon üzerine şu andaki tavırlarına ait herhangi bir kıymet hükmü koymaktan kaçınarak ve bu kıymet hükmünü İslâm’dan başka hiçbir noktaya iliştirmenin mümkün olmadığını kaydederek majüskül harflerle vatan semalarına şu mahyayı çekmek isterdim: Eğer ülkücüler olmasaydı, bu vatan çoktan elden gitmişti.”[16] tespitini yapmıştır. Yine Üstad, “Ülkücüler” isimli bir başka yazısında da “İşte haklarında bir ‘Çerçeve’miz: “Türk’e, her şeyden önce İslâm’a, tarihe, an’aneye, maddesi ve mânâsıyla Türk’ün ruh köküne saldıran, mânâda Moskof veled-i zinâlarının karşılarına aldığı hedef, bugün sadece Ülkücüler… …Allah’ın, ülkücülere lâyık gördüğü fedâkârlık nasibine tam lâyık olmaları için elimizden geleni yapalım ve şimdilik, özlediğimiz neslin fideliğini onlardan başka hiçbir zümrenin vâdetmediğini bilelim…”[17] demiştir.
9-10 Haziran 1979 tarihinde yapılan MHP 14. Büyük Kurultayı’nda verdiği ve daha sonra “Rapor” hâlinde yayınlanan “Hitâbe”sini de; “Sana Türkçü ve kafatasçı gözüyle bakıyorlar… Onlara, sen İslâm’a girdikten ve onda eridikten sonraki Türk’ün Türkçüsü ve kafacısı olduğunu göstermek borcundasın… ..Mutlaka bilmek lâzımdır ki, Türk, Müslüman olduktan sonra Türk’tür.” ..Allah’ın selamı Türk’ün istikbâlini kurtaracaklar üzerine olsun.”[18] diye bitirmiştir. Daha sonra Üstad, Ortadoğu Gazetesi’nde günlük “Başyazı”lar yazmaya başlamış, 1979 yılında Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin çıkardığı Nizâm-ı Âlem Dergisi’nin ilk sayılarında makaleleri yayınlanmış ve “Türk’ün ruh kökünü kurutanlara lânet.”, “Ne mutlu Türk yaratıldım, Müslüman yaşadım diyene.”[19] demiştir.
* * *
Necip Fâzıl; 26 Mayıs 1904 tarihinde doğmuş, 79 yıllık bir ömre nasıl sığdırıldığı akıllara durgunluk veren “kitaplık çapındaki”[20] çok önemli eserlere imzâ atmış, yaşadığı döneme damgasını vurduğu gibi, ölümünden sonra da şiirleri, kitapları, fikirleri ve hâtıraları “çağların ufkunda çınlaya-rak”[21] hayatiyetini devam ettirmiş, “Beriden ötelere; Esselâm! Esselâm! Esselâm!” [22] diyerek yeni nesillere “Yeni selâmlar bestelemiş”; bir gül mevsiminde, bir Berat Kandili arefesinde ve bir Cuma gecesi;
“Ne var ki pazarlığa girişecek ecelle;
Sermâyem tek kelime, Allah azze ve celle.”[23]
“Noktalama”sında ifâde ettiği bir hâlet ve “Her kapıda ağlayıp, o kapıda gülümse”mek[24] aşkıyla;
“Geliyorum!
Tülbent içinde çenem;
Eski kütükte senem;
Geliyorum!”[25]
demiş ve 25 Mayıs 1983 günü Rahmet-i Rahmân’a kavuşmak için Âlem-i Cemâl’e şehbâl açmıştır. Bir başka ifâdeyle söylersek, Üstad Necip Fâzıl; doğumundan bir gün önce ölmemiş, ölümünden bir gün sonra doğmuştur…
İnsanoğlunun şu fânî dünyadaki sevinci de çilesi de elbette gelip geçer, elbette bir gün biter; ama Üstad’ın altın işlemeli “Çile”si asırlar boyu yaşayacak, yeni nesillerin gönül sevincine, fikren istikâmet bulmasına ve “ruh kökünü” yeniden idrâk etmesine vesile olacaktır. Bu sebeple “Meçhûller caddesinin bu kimsesiz seyyâhı”na kimsesiz olmadığını gösterelim. “Vasiyet”inin son cümlesinde: “Beni de Allah ve Resûl aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divânesi olarak arada bir hatırlayınız!”[26] diyen Üstad Necip Fâzıl’a vefâ borcumuzu ödeyelim ve O’na “Vasiyet”i mûcibince hediyeler gönderelim. Ve Üstad’ın “Dövün” şiirindeki;
“Ben ölünce etsin dostlarım bayram,
Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün
Açı doyurmaksa kabirde meram
Yemeğim Fâtiha, günde beş öğün”[27]
mısralarından ilhâm alarak, onu hiç olmazsa “arada bir” yâd edelim, talebini yerine getirelim ve “Fâtihâ”sız bırakmayalım…
Cenâb-ı Hakk, Necip Fâzıl Kısakürek’e kandım diyene kadar rahmet eylesin… Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in şefkat ve şefâati Üstad’ın üzerinden hiç eksilmesin; kabri nûr, rûhu şâd, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun… Âmîn!..
Ve sözün bittiği yerde İlâhî kelâm başlar:
“Küllü nefsin zâikatü’l-mevt” [28]*
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”[29]*
“İnil hukmü illâ lillâh”[30]*
Hüve’l-bâkî[31]*
El-Fâtiha…
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] Seyid Ahmet Arvâsî, Türk İslâm Ülküsü, Ocak Yayınları, Ankara, 1982
[2] İbn-i Haldun, Mukaddime – I, 431-450
[3] İbn-i Haldun, a.g.e. – I, 450-455
[4] Mustafa Çalık, Millî Kimlik, Milliyet ve Milliyetçilik, 19, 28
[5] Necip Fâzıl Kısakürek, Kanlı Sarık, 3-4
[6] Necip Fâzıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 386
[7] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Sakarya Türküsü, 398
[8] Ahmet Kaplan, İşte Necip Fâzıl, 9
[9] Ahmet Kaplan, İşte Necip Fâzıl, 16
[10] Necip Fâzıl Kısakürek, Çerçeve 4, 5
[11] Necip Fâzıl Kısakürek, a.g.e., 83
[12] Necip Fâzıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, 299
[13] Necip Fâzıl Kısakürek, Sahte Kahramanlar, 89
[14] Necip Fâzıl Kısakürek, 07.02.1978 tarihli Hergün Gazetesi’ndeki “Kontrgerilla Hikâyesi” başlıklı köşe yazısı
[15] Ankara Gâzi Eğitim Enstitüsü’nde 3 Kasım 1975 günü şehit edilen Ülkücü Alparslan Gümüş’e âit olan bu söz, şehidimizin Afyon Bolvadin’deki mezar taşına da hakkedilmiştir.
[16] Necip Fâzıl Kısakürek, Ülkücüler Olmasaydı, Hergün Gazetesi, 26 Mart 1978
[17] Necip Fâzıl Kısakürek, Ülkücüler, Hergün Gazetesi, 15 Haziran 1978
[18] Necip Fâzıl Kısakürek, Rapor 4-6, 181-183
[19] Necip Fâzıl Kısakürek, Rapor-7, 23
[20] Necip Fâzıl Kısakürek, O ve Ben, 134
[21] Sezâi Karakoç, Göklerin Çektiği Kartal, Türk Edebiyatı Dergisi, Temmuz 1983, Sayfa: 47
[22] Bahattin Karakoç, Yeni Selâmlar Besteleriz Yeni Sevdâlara, Türk Edebiyatı Dergisi, sayı 117 (Temmuz 1983), sayfa 37
[23] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Tek Kelime, 47
[24] Necip Fâzıl Kısakürek, a.g.e., Kapı, 149
[25] Necip Fâzıl Kısakürek, a.g.e., Geliyorum, 133
[26] Necip Fâzıl Kısakürek, Esselâm, 141; Vasiyeti’nin 11. maddesi
[27] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, Dövün, 117
[28] Âl-i İmrân, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebut, 29/57; *“Her nefis ölümü tadacaktır.”
[29] Bakara, 2/156; *“Şüphesiz biz Allah’tan geldik, dönüş yine O’nadır.”
[30] En’âm, 6/57; Yusuf, 12/40, 67; * “Hüküm ancak Allâh’ındır.”
[31] *Ölümsüz ve ebedî olan sadece O’dur