” Eğer kullarım sana Benden soracak olurlarsa, iyi bilsinler ki Ben çok yakınım: Bana dua edenin çağrısına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana tam güvensinler ki, hak yoluna yöneltinsinler.” ( Bakara sûresi, âyet 185)
Ayeti kerimenin yorumu şöyledir:
” Kâf 16 ışığında zımnen: O kadar yakınım ki, şahdamarından bile, dolayısıyla Bana yakın olmak isteyen şah damarına, yani kendine yakın olmak zorundadır. Kendini kaybeden beni dünden kaybetmiştir.
Dua kalbin Allah’la buluşmasıdır. Allah Rasulü duanın önemini şöyle izah eder: ” Allah katında duadan daha üstün bir insan davranışı yoktur.” ( Tirmizi, De’avât 1). Bu kadar büyük ve ölümsüz bir hakikati bu denli sade ve yalın bir dille anlatmak ancak kelam-ı ilâhiye mahsus bir özellik olsa gerek. ” ( Kur’an-Meal-Tefsir)
Mevzumuzun bu giriş kısmından sonra şu hayati, önemli ve ciddi mes’elelere değinmek istiyorum: Rabbmiz!.. Bizlere, ümmete bu hususta iz’an, idrak ve Kur’anî emirleri yaşamayı lütfetsin!..
Rasulullah (sav)’den son üç yüz sene sonra meydana çıkmış tasavvuf, sufilik ve diğer adıyla tarikatlar, üzülerek ifade etmeliyim ki, ümmeti ve bilhassa milletimizi içinden çıkılmaz kaotik hallere düşürmüşler, her köşenin başına oturmuş bir şeyh efendi, gavs, kutup ve meşayihi kiram(!), kurtuluşun kendilerinde olduğunu iddia ederek, var sayarak kendilerine bir fazilet, yüzü suyu hürmeti yüklemişlerdir.
Böylesi bir kitle, milleti daha rahat söğüşlemek amacıyla, kendilerine ” Seyyid”, ” Evlad-ı Rasul” ünvanını yükleyerek. yüzlerinin suyunun mukaddes, kutsal olduğunu, karşı çıkanların mahvı perişan olacaklarını beyan etmişlerdir. İsterseniz sözü Prof. Dr. İ. Sarmış hocaya bırakalım:
” İnsanların tasavvufa yönelmelerinin sebeplerinden biri, belki de en önemlisi, Müslümanların başında bulunan yöneticilerin ve uyguladıkları yönetimlerin İslam’dan sapması ve İslam’ın ön gördüğü şekilde kapsamlı bir İslami hayata meydan vermemeleridir. Hz. Ali ile Muaviye arasında başlayan anlaşmazlık ve savaşlar İslam toplumunda büyük tedirginliklere yol açmış ve bir takım insanlar bu savaşlardan uzak kalmak, bunları izleyen fitnelerden uzak durmak için toplumda soyutlanmış ve kendilerini ferdi planda İslam’ı yaşamaya vermişlerdir.
İslam toplumunda ilk sapmaların bu anormal şartlar altında başladığı ve fitnelerin birbirini kovaladığı söylenebilir. Tasavvufun da bu dönemden başlamak üzere toplumda meydana gelen fitnelerden ve hayatın zamanla beraber başka mecralara sürüklenmesinden tedirgin olan bir takım insanların hayatında bir sapma olarak başladığını, Müslümanlara dinin özü imiş gibi yutturulmaya çalışılan zühdün de bu şartlar altında ve her türlü kargaşanın kol gezdiği Kûfe ortamında ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu insanlar toplumu kaplayan fitnelerden ve fetihlerle sağlanana ganimetler sonunda toplumda artan maddi refahın baskılarından uzak kalmak için gayret etmiş, Hindistan ve İran’dan sızan zühd hayatını taklit ederek yaşamaya başlamışlardır. Ancak çok geçmeden bu hayatın yabancı bir takım unsurlarla boyandığı veya bütünleştiği, bu sapmanın alabildiğine büyüdüğü bilinen bir gerçektir.” ( Tasavvuf ve İslam, Prof. Dr. İ. Sarmış,, say. 453)
Yani, mes’eleyi bu boyutuyla anlamak, ” Yüzünün Suyunun Hürmetinin” nereden ve nasıl kaynaklandığını bilmek, anlamak bizim üzerimize düşen en büyük sorumluluktur. İşte, bu yanlışı böylelikle anlamış olduğumuz zaman, ülkemizde sufizm handikapı çıkar elde edemeyecek, çevrelerine boş vaatlerle insanları toplayamayacaktır.
Netice olarak;
İslam milletleri hele bilhassa bizimi milletimiz bunu böyle anlaması, aziz Kur’an bizlere sunmuş olduğu bilgiler dışında, sahih hadislerin ötesinde, bir kısım garip, çelişkili, hile ve desise dolu iddialara inanarak insanların menfaat, çıkar elde etmelerine, bu yolla zengin olmalarına fırsat vermemelidir.
Bunu yapmış olduğumuz an görülecektir ki, bir kısım menfaat perest insanlar bizim sırtımızdan zengin, varlıklı olamayacak, herkes alın teri ile çalışıp, helal yoldan rızıklarını temin etmiş olacaklardır. İ
Mübarekler (!) sanki babadan oğula saltanat davası gibi Seyyid, Mehdi, Kutbul Aktap yoluyla şehirleri , ilçeleri ve köyleri ele geçirerek saltanatlarını kurmakta, ondan sonra da gelsin milyonlar, trilyonlar ve hadsiz hesapsız varlıklar..
Binlerce insanlar, böylesi yerlere koşarak gitmekte, ” Yüzünün Suyunun Hürmetine” duasından müstefid olarak tekrar bulunduğu yerlere gelmekte, gelmekle de k
almayıp bu çömezlerin kendilerini sair insanlardan üstün görerek dua vermeye, himmet etmeye layık kişi olduğunu ilanen duyurmaktadır.
Son sözler olarak, ümmetin ve bilhassa bizim milletin tek önderi başta Kur’an ve onun emirlerini bizi tebliğ eden son peygamber Hatemül Enbiya olan Rasulullah (sav)’dir..Ve sahabe-i kiramın yaşamış olduğu sünneti seniyyedir. Gerisi lafı güzaftır.. Selam ve dua ile..
*
Şerafettin Özdemir