Câhiliyye Devri’ndeki karanlıkların bağrına güneş olup doğduğun gibi gel…
Gel, Ey “Âlemlere Rahmet”[1] Olan Resûller Resûlü!
Günah prizmalarında kırılan îmanın zayıflayan ışığını, gurûbu olmayan İslâm Güneşi’yle yeniden nurlandırmak için gel…
Gel, Ey “Gül” Mushaflı Sevdâmızın Sembolü!
Küfrün katran siyahı gecelerinde yolunu şaşıran, inançsızlığın karanlık dehlizlerinde kendini kaybeden, madde ve mânâ boyutuyla hazîn bir meçhûlün kucağına düşen insanlığın ufkunu aydınlatacak olan “Gül” yüzlü çağların yeniden gönül semâlarımızda tulû etmesi için gel…
Gel, Ey Kâinâtın Solmayan Gülü!
Rahmet yağmurlarından mahrum kalarak kuruyan, kıraç topraklar misâli şerha şerha yarılan ruh dünyamızı yeniden yeşertmek için gel…
Gel, Ey “Sonsuz Nûr”[2] olan Gönüller Hünkârı!
Nefsinin kölesi olmaktan yorgun düşen insanları kulluk şerefine yeniden eriştirmek; yanlış vâdîlerde dolaşan aklı, îman ile aslî mecrâsına yeniden döndürmek, fıtratın sesiyle aklın nûrunu yeniden imtizâç ettirmek için gel…
Gel, Ey Kutlu Emânetin “Emîn” Mîmârı!
Mânâ ile maddeye yaklaşamadığından dolayı, maddenin sığ sularında boğulmaya mahkûm olan beşeriyeti, idrâkin kemâline erdirmek için gel…
Gel, Ey Varlığın En Büyük Îtibârı!
Senin vârislerinin ikâmet ettiği yerler tenhâlaştı… Binbir türlü ziynetlerle beslenmiş, haramzâde ipeklerle süslenmiş, yalan rüzgârlarına yaslanmış Ebû Cehillerin diyârı yine kalabalıktan geçilmiyor… Her geçen gün artan yalnızlığımızı ortadan kaldırmak, hicranlarımızı mutlu bir vuslata erdirmek, düşünce dünyamızı sevgi, kardeşlik, muhabbet ve müsâmaha iklimine döndürmek, nefretin, şiddetin ve zulmetin ateşini söndürmek için gel…
Gel, Ey İnsanlığın Mutluluk Bestesi!
“Kardeşlerime selâm olsun.”[3] dediğin, bizlere “kardeşlerin” olma gibi dünya ve âhiretteki en büyük pâyelerden birini verdiğin XXI. yüzyıldaki ümmetinin de; derdine dermân, kurtuluşuna fermân olmak, mazlumların âhını dindirmek için gel…
Gel, Ey Hayatın En Güzel Güftesi!
Sensiz geçen günlerimiz hep karanlık, hep kasvet, hep huzursuzluk, hep gurbet oldu bize… Sana, Senin tebliğ ettiklerine, temsil ettiklerine, telkîn ettiklerine ve teşvîk ettiklerine yeniden kavuşmamız, huzûra, sükûna, saâdete, adâlete, mutluluğa gerçek mânâsıyla yeniden vâsıl olmamız, vahyin aydınlığında yeniden kendimizi bulmamız için gel…
Gel, Ey Yaratılmışların En Yücesi!
Hâl-i pür-melâlimizin; bize işâret buyurduğun “sırât-ı müstakim”[4]in aydınlık ikliminden rücû etmemizin bir netîcesi olduğunu biliyoruz artık… Zîrâ getirdiğin hakîkatlerden uzaklaştığımız için zelîl olduk… Sensiz geçen yıllarda, öksüz kaldık, yetim kaldık… Dîvâneye döndük… Sensizlik harâb etti bizi, Sensizlikte kaybettik kendimizi… Sensiz kalınca, gündüzlerimiz şafağa hasret geceler içinde kayboldu… Sensizlikte, gönlümüz hazîn bir hicranla doldu… Sensizken bütün insanlık perîşân oldu… Hicrânımızı vuslata döndürmek, kesreti vahdete erdirmek için gel…
Gel, Ey “Hâtemü’l Enbiyâ” Tâcının Sâhibi!
Câhiliyyet câha erdi… Nemrutlar zamâna temsilciler gönderdi… Şeytan, yine nefsin önüne mükellef sofralar serdi… İnsanlar, hâkimiyeti tâgutların eline verdi… Yalan karşısında eğilen bedenlerimiz yüzünden hakîkate doğru bakamaz olduk… Âdetlerimizi ibâdet, ibâdetlerimizi âdet hâline getirdik… Ticâreti ibâdet olarak görmedik, ibâdetlerimizi ticâret metâı yaptık… İnandığı gibi yaşamanın iddiasında bulunduk, ama ne yazık ki îfâsını yapamadık… Yaşatmak için yaşayamadık… “Kardeşlerin” olarak îmanlı yaşamayı, îmanı yaşatmayı hayata geçirmede hep âciz kaldık… Gel, “Ey Sevgili!.. En Sevgili!..”[5] “Îmânı elinde bir kor olarak taşıyan”[6] ümmetin olarak artık çok bunaldık…
Gel, Ey Hakk’ın Habîbi!
Yeniden İslâm’da diriliş muştusunu bütün benliğimize duyurmak, yeniden kalbimizi, rûhumuzu ve gönlümüzü nûrânî güzelliklerle doyurmak için gel…
Gel, Ey Devâsız Dertlerin Tabîbi!
Senin adını andığımız zaman, gönlümüze hep gül kokusu doluyor… Seninle dünyamıza sönmeyen bir güneş doğuyor… Sensizken gündüzlerimiz hep gece oluyor… Gecelerimizden hicret ediyor Hilâl, yıldızlar ışık vermiyor âsumânâ… Zifirî bir karanlık hükmediyor, zamâna ve mekâna… Bizleri “Gül Devri”[7]ne erdirmek, nûrunla sevindirmek ve onulmaz gönül yaralarımızın sızısını dindirmek için gel…
Gel, Ey Nebîler Nebîsi!
Tevhîd bayrağını kalbimizin hafî tepelerindeki en yüksek burçlara çekmek; îmanın âsûde gölgesinde yer almayı en büyük nîmet bilen “Gül” Yetimleri’ne de; kedersiz sevinçlerden, elemsiz lezzetlerden ve sınırsız saâdetlerden nûrânî güzellikler bahşetmek için gel…
Gel, Ey İlâhî Aşkın Mürebbîsi!
Bizler “kardeşlerin” olabilme aşkını ve cehdini kaybettik asırlardan beri… İhtilâfın rahmet ölçüsünün samîmiyet şartına bağlı olduğunu unuttuğumuz için, birbirimize düştük yıllar yılı… Bize bıraktığın emânetlerden ne hazîndir ki yüz çevirdik… Kaybettiğimiz kardeşlik şuûruna yeniden ermemiz, o muhteşem güzelliklere yeniden kavuşmamız için gel…
Gel, Ey “Güzel Ahlâkı Tamamlamak İçin Gönderilen”[8] Ahlâk Âbidesi!
Gönül dünyamıza hükümrân olan gereksiz maksutları, beşerî mahbupları, geçici matlupları değiştirerek, hayat gâyemizin idrâki içinde bizleri Hakk’a kul edip, yaptığımız yanlışlıkları bütün netîceleriyle birlikte ortadan kaldırmak için gel…
Gel, Ey Çâresizlerin Çâresi!
Asra saâdet yaşatmış, zamanı “Asr-ı Saâdet” yapmış Kâinâtın İftihar Tablosu… Bizlere de sonsuz saâdetler bahşet… Beşeriyete insanlığını kazandırmak için tebliğ ettiğin İlâhî vahyi yeniden hayatımıza hâkim kıl… Yeniden kendine gelsin nisyâna terk ettiğimiz akıl… Hüzün ikliminden huzur diyârına yelken açsın, artık bu son fasıl…
Gel, Ey Vefânın Zirvesi!
Biz anlatmaktan âciziz derdimizi… Her zaman olduğu gibi, yine Sen anla bizi… Yeniden cennet-âsâ baharlara döndür ahvâlimizi…
Gel, Ey Kimsesizlerin Kimsesi!
“Sana muhtâcız… Sana en fazla muhtâcız… En fazla Sana muhtâcız...”[9] Gönüllerimize taht kur… Lütfeyleyip, kalbimizin en mûtenâ köşesine otur… Gel! Ey Sevgili; gel, ne olur!..
“Gel, Ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi’rac’tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır…”[10]
Gel, “Ey Sevgili! En Sevgili!”
Şefkat ve şefâat eyleyip gel ki, Senin mübârek izinden uzaklaştığımız ve Senden uzak kaldığımız o gurbet asırlarındaki bitmeyen hüznümüz nihâyet bulsun, aldığımız nefesin yeniden bir anlamı olsun ve gönlümüz ebediyen “Gül” kokusuyla dolsun…
Gel, Ey Efendiler Efendisi!
Bizlere “kardeşlerin” olabilme şerefini yeniden bahşet… Bizlere kul olmanın, Müslüman olmanın, insan olmanın güzelliklerini yeniden öğret…
Gel, Ey İnsanlığın Müjdecisi!
Yardım eyle şu kimsesiz beşeriyete… Sâhip ol şu mazlûm ümmete… İmdât eyle bu azîz millete…
Gel, Ey Sevgililer Sevgilisi!
On dört asır önce dünyaya doğduğun gibi yeniden doğ kalbimize… Yeniden hayat bahşeyle gönüllerimize… Yeniden dermân ol derdimize, -lâyık olmasak da- şefâat eyle bize…
*
Dr. Mehmet GÜNEŞ
*
[1] Enbiyâ 21/107
[2] Haluk Nurbâkî, Damla Yayınevi, İstanbul, 1985.
[3] M. Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, II, 568
[4] Fâtiha, 1/6; Âl-i İmrân, 3/51, 101, 151
[5] Sezâi Karakoç, Şiirler – V (Zamana Adanmış Sözler), Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine, 76
[6] Ebû Dâvûd, Melahim 17; İbn-i Mâce, Fiten 21
[7] Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Safahat’ın dışında Kalmış Şiirler, Kıt’a, 585
[8] Mâlik; Muvattâ, Hüsnü’l Hulk, II, 904
[9] İskender Pala
[10] Ârif Nihat Asya, Duâlar ve Âminler, Naat, 62-74