Dış politika uzmanı değilim. Ağzımı açıp büyük sözler sarf etme kaygım da yok. Sadece sıradan bir vatandaş olarak haberleri izliyorum ve kendimce yorumluyorum.
Eli kalem tutan biri olduğum söylenebilir. Üniversite çağımdan beri dergilerde ve gazetelerde bir şeyler yazıyorum.
Öncelikle bana gazetesinde yer veren sözlerimi ifade etmeme olanak sağlayan büyüklerime teşekkür etmek istiyorum.
Bu arada yerel medya değerlidir. Çünkü yerel medya sıradan vatandaşa kapılar açar. Çünkü çıkarsız, lobisiz halkın sesini yerel medyada duyabilirsiniz. Yazımızın konusu yerel medyanın önemi değil. Fakat bu girişi yapmak istedim.
Şimdi yazımızın konusuna dönelim bugün ‘Dış Politikamızı’ konuşmak istiyorum. Acaba Ankara’dan bakınca taşra nasıl görünür?
Bizleri yani sıradan vatandaşları nasıl hayal ediyorlar? Bizlerin görüşleri orada hiç konuşuluyor mu? Bilmiyorum. Fakat bizim Millet olarak siyasete çok önem verdiğimiz kesin.
Klişe bir sözdür; üç Yahudi bir araya gelince şirket, üç Türk bir araya gelince devlet kurarmış. Sözün özü siyasi konulara meraklı bir toplumuz. Sanırım bu yüzden her akşam televizyonda ‘Her konuda fikir sahibi olan ama hiçbir konuda bilgi sahibi olmayan’ yorumculara aboneyiz.
Şimdi içimi döktükten sonra tekrar ana konumuza dönebilirim.
Dış politika;
Türkiye’nin çevresine şöyle bir göz atalım çevremiz rakipsizlik çölüyle kuşatılmıştır diyebiliriz. Bu günlerde en çok konuşulan, bize rakip olarak önümüze sürdükleri Yunanistan mı bizim rakibimiz olacak? 10 milyonluk bir nüfus, sürekli hükümet krizleri, politik belirsizlik, borç batağı…
Yunanistan bizim rakibimiz olamaz! Memurlar grev yaptığında hükümet düşüyor!
Bir diğer sorunumuz; İsrail! 6 milyon nüfus, belirsiz bir gelecek! İsrail bölgede sürekli korkan bir korkuluk gibi görünüyor. Asla kalıcı olamayacaklarını düşündüklerinden sürekli duvar örmekle meşguller. Halbuki kendilerini hapsediyorlar.
Yada bizden yüzyıl geride olan Mısır mı? Karşımıza çıkacak.
Gürcistan, Ukrayna, Suriye, Irak… Hepsine tek tek değinmeli miyim? Bilmiyorum!
Bölgede rakipsiziz…
Bütün bunları herhangi bir ülkeyi küçümsemek için söylemiyorum! Ya da Rakiplerimizi küçük göstererek kendimizi dev aynasında görmemiz gerektiği fikrini de doğru bulmuyorum. Sadece size daha büyük bir vizyondan bahsetmek istiyorum.
Amerika bize F-35 vermeyerek, Rusya bize bazen sorunlar çıkararak, Fransa bize demokrasi dersi vermeye çalışarak aslında bize bir anlamda iyilik yapıyorlar. Bizi bir üst lige çıkarmaya çalışan hamleler olarak düşünebiliriz bunları…
Amerika içten içe şerefli bir rakip arıyor.
Ortadoğu’da, Balkanlar’da bir güç odağı arayışı olduğunu düşünüyorum. Bu boşluğu biz doldurabilir miyiz?
Evet! Belki, fakat önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Etrafımızdaki küçük ülkelere (az önce onları rakip olarak görmediğimden bahsettim.) sert yüzümüzü gösterip Bööh(Korkutma anlamında) yaparak bir şey elde edeceğimizi düşünmüyorum.
Aslında onları kızgın yüzümüzle korkutmaya çalışmak yerine başka bir yol izlemeliyiz.
Onlara babacan bir tavırla, anlayışla yaklaşabiliriz. Onları ürkütmeden sorunlarını, kaygılarını, korkularını dinleme yoluna gidebiliriz. Onlara saygı göstermeyi deneyebiliriz. Tabi ki taviz vermeyelim. Fakat Amerikan Western filmlerinde bara girince herkesin kaçıştığı bir kovboy gibi görünmemekten bahsediyorum…
Bir Kızılderili atasözünde ‘Bir düşman çok, yüz dost azdır…’ der biz dostlarımızı artırmanın yolunu bulmalıyız.
Yine bir başka Kızılderili atasözü bu yazıyı yazmadan önce aklıma gelmişti: ‘Tanrım düşmanlarımı güçlü kıl ki onları yendiğimde utanmayayım.’
Bundan yüz yıl önce Osmanlı düştüğünde yıkılan sadece Türklerin onurlu devleti değildi.
Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın, Kafkasya’nın, Afrika’nın ve Buhara’dan Adriyatiğe uzanan bir coğrafyanın Şerefli, Onurlu ve Haysiyetli Babasını da kaybettik.
Şimdi Bosna’nın yetim çocukları, Suriye’nin hakir görülen evlatları ve gözleri semada kaderine terkedilmiş suskun bir coğrafya tekrar o ruhu çağırıyor! O ruh geri gelecek mi? Bilmiyorum.
Bu sorunun cevabını sadece olgunlaşabilirsek bizler verebiliriz… Sanırım…
*
Ahmet Murat Çolak