” 1- Asr şahit olsun: 2- Elbet insanoğlu tarifsiz bir kayıptadır. 3- Ancak, Allah’a inanıp güvenenler, erdemli ve sorumlu davrananlar, ve birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.” ( Asr sûresi, âyetler 1, 2, 3)
İnsan soyunun hasılat zamanı, veya insanlığın ikindisi olan şu çağ; ya da son vahye mazhar olan âhir zaman. Asr; insanın kalitesini ortaya çıkardığı için üç neslin ömrü olan yüz yıla asr denilir. Diğer taraftan gündüzün hasılat vakti olduğu için ikindiye asr denilir. Hayatın sıkılıp özünün posasından ayrıldığı zamanı ifade eder.
Zaman denilen mefhum öyle bir nimettir ki, cennet o varsa kazanılır. Mü’minin görevi zamana ait olmak değil, zamana sahip olmaktır. Zamana sahip olmayan, nimete nail olamaz.
Demek ki, insanlık cevheri kaybolduğu zaman insan kaybolmuştur. Dolayısıyla, cennet ne kadar büyük bedel ödenirse ödensin yine de ucuz, cehennem de ne kadar küçük bedel ödenirse ödensin yine de pahalıdır.
Dolayısıyla, hasılatı cehennem olan bir ömür kaybedilmiş bir ömürdür. Husr, sadece dört yerde maddî çağrışımı da bulunan ” kaybı” ifade eder. Asr sûresinde sayılanlar birbirinin sebep ve sonucudur. İman ameli, amel daveti, davet sabır ve sebatı gerekli kılar.
Konu başlığından da anlaşılacağı üzere, yetişmiş, bilgin aydınların sorumlulukları çok çok büyüktür. Batıla karşı, çarpık düşüncelere karşı, Hak yol İslam istikametini gösterme bakımından yükümlülükleri her şeyden, herkesten önemlidir ve ciddi bir görevdir.
Hadisi şerifte ifade edildiği üzere: ” Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da güce yetmezse, kalben karşı koysun.Bu da imanın en zayıf derecesidir.” ( Müslim, Ebû Dâvûd) hadisinin önde gelen muhatapları okumuş, aydın kitlelerdir.
Müslümanların, aydından beklediği nedir?
Biilindiği üzere, Müslüman aydın, bilgin insan yaşadığı zamanı, çağı İslâm’a göre yorumlamak zorundadır. Öyle ki, aydın insan, bid’atlere, hurafelere sapmadan çağın sıkıntılarını, sorunlarını ortaya koymak, alışılmış değer yargılarından yanlış olanlarına baş kaldırmak, bu yanlıştır, bu sakat bir düşüncedir demek zorundadır.
Merhum Ali Şeriati şöyle diyor: ” Aydın, fedakarlığı öğretir ve topluma asıl yönünü gösterir, tereddütleri kaldırır, varoluş damgasını basar ve hareket yolunu aydınlatır” diyor. Yine Şeriati, ” Müslüman aydın, dînî sorumluluğun bilincinde, çağdaş düşünsel sorunlarla uğraşan geniş ufuklu, kendi toplumunu ve çağını tanıyan ,kendini toplumun üstünde gören değil halkıyla kendisini özdeşleştiren ve halkına haklı davasında kalemiyle, diliyle destek olan kimsedir.” diyor. ( Nida)
Aydın sorumluluğu önemlidir. Bir kere, vahyin ilk yıllarını bilmek, bildirmek lazımdır. Mekke yıllarında, vahiy; Allah’ın razı olup olmadığı , imana yaraşan ve yaraşmayan eylemleri beyan ettikten sonra, ” salih amel” terkibi, ” Allah’ın razı olduğu imana uygun davranış” vurgusunu kazanmıştır.
İslam’ın iktidar yıllarını bilmek, o yıllarda İslam’ın insanlığa, ümmete ne tür hizmetler sunduğunu tanımak, bilmek Müslüman aydınların görevidir. Zaten, örnek alınacak, öğretilecek nesilde İslam’ın ilk yıllarıdır. İman, amel ve salihattır. Onun içindir ki,
Müslüman aydından beklenen nedir?
Müslüman aydın kimse ve kişi, yaşamış olduğu çağı İslam ve Kur’an’a göre yaşamak ve yorumlamak zorundadır. Aydın insanın görevi, İslam’ı çekinmeden, korkmadan, ürkmeden, ürkütmeden yapmaktır. Örneğin,
Rum kralı Herakliyus’a gönderdiği mektupta ‘ Ben seni İslam davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum. Müslüman ol, selameti bul da Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin! Eğer bu davetimi kabul etmezsen yoksul çiftçilerin, bütün tebaan olan Kisra’ya gönderdiği mektupta ‘ Ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin! Eğer bu davetimi kabul etmezsen yoksul çiftçilerin. bütün tebaan olan halkın vebali senin boynuna olsun!’ Aynı öğüt verici, ıslah edici metod Fars kralı Kisraya, Habeş kralı Necaşi’ye de uygulanmıştır. O halde,
” Neyi bekliyor Müslüman aydınlar acaba? Ne zaman kendilerini düzeltme işi bitecek de ümmetin sorunlarına el atacaklar? Ümmetin derdi onları ilgilendirmiyor mu yoksa? Bozulmamış bir şeyler var da hâlâ onlara mı ümit besliyorlar?
İslam ümmetinde bozulmamış bir şey kaldı mı gerçekten? Zulüm, adaletsizlik, ahlâksızlık, kan, göz yaşı, adam kayırmacılık… İslâmi duyarlılıktan yoksun olan toplumlarda bu bozulmaların kaynağını saptamakta zorlanan ya da kaynağı saptamış olsa bile doğru dürüst ortaya koyamayan insanlar mı aydındır acaba? ” ( Nida)
Okumuş aydınlarımıza, bilgi yüklü insanlarımıza çok büyük görevler düşmektedir. İnsanları uyarmak, ikaz etmek, hak yolunu göstermek, bu hak yolda yürünmesi için tüm zorlukları üstlenmek lazımdır.
Sokaktaki, asayişsizlikten, evdeki huzursuzluktan aydın kimse sorumludur. Okulda, mektepte, Lise’de ve üniversite’de kargaşa ve düzensizlik var ise, bundan sorumlu kimseler yine aydınlardır. Çünkü,
Onun içindir ki, aydınlarımız; ellerini taşın altına koyarak, toplumun her sıkıntısına, ızdırabına, derdine nigahban olmalıdırlar. Öylesi, bir kenara sıvışıp, ben, benden sorumluyum, gerisinden bana ne! gibi, mes’eleyi üstlenmekten kaçmak işine daha doğrusu Allah (cc) razı olmaz, Rasulu (sav)’de rıza göstermez.
Bir kere, sokaklarda başı boşluk var iken, hırsızlık, yan kesicilik, fuhuş, insanın insanı kandırması, bilgisizlik, cehalet söz konusu iken, içki, kumar, yalan, hile , dolan ha bre azalacağına çoğalırken, okumuş insanların, hakikati söyleyecek insanların ” Bana ne” demesi ne kadar doğru bir davranıştır?
Aydınların işleri büyüktür!.. Mes’eleye dilbeste olurlarsa hakikaten mes’uliyetleri büyüktür. Her aydın insan; bir Müftüdür, bir din adamıdır, bir entelektüeldir.
Netice olarak;
Hakkı tavsiye etmenin bir bedeli bulunmaktadır. Bu bedeli ödemek gerektiğinde sabır tavsiye edenler… Bu sabrın tarifini de verir. Sabır, hak ve hakikat üzerinde düşünmek, düzeltme işinden vaz geçmemektir.
Hazreti Ali efendimiz şöyle der: ” Dert yanmak sabretmekten daha çok yorar.” Bu tavsiye daha sonraları ise, iyiliği emir, nehiyleri emrine dönüşmüş olacaktır.
Sabretmenin aynı zamanda bir ” merhamet” olduğunu gösterir. Sabır üç ayrı edatla üç ayrı anlam kazanmış olur. Hakta direnmek, bela ve sıkıntıya göğüs germek, ibadet, hak, hayır ve adalette sebat göstermek anlamları kazanır.
Sabretmek, omuzladığı hayat emanetini sahibine zayi etmeden ulaştırmak için götürürken, rüzgar tersinden esmeye başladığında geri adım atmamak, yükü atmamak, yolu satmamak, yola yatmamaktır. Mü’minin, doğruluğa sadakati, onun uğruna ödemeyi göze aldığı bedelle orantılıdır.
Demek ki, yalnızca iman edip iyi amel işlemek kişiyi ” iyi” yapar, hakkı ve sabrı tavsiye etmek ise mü’mini ” aktif iyi” yapar. Onun içindir ki, kurtuluşun anahtarı ” aktif iyilerin” elindedir.
Asır sûresinde geçmiş olduğu üzere, toplumun terbiye edilmesinin, ıslahının sadece emir ve yasaklarla değil, iman ve salih amel sahiplerinin hakkı ve hakta direnişi tavsiye etmesiyle sağlanacağını ifade eder.
Son sözler olarak, kurtulmak için sadece inanmak yetmez, ıslah edici eylemler yapmak , bu cümleden olarak hakkı ve hakta direniş demeye gelen sabrı tavsiye etmek gerekir. Bunlar iman etmenin gereğidir. Bunu yapmayan fert veya toplum, ister mü’min olsun, hüsrandan kurtulamaz.
Ey Rabbimiz!.. Bizi zararda, ziyanda olanlardan eyleme!.. Selam ve dua ile…
–
Şerafettin Özdemir